Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
I. Türk Dili ve Edebiyat’ı eğitimini değerlendirmeye alırken, öğrencilerin ilgisiz kaldığı, hocaların görmezden geldiği koridorlarda tohumu atılıp filizlenen; ama kökleşmeden yitip giden büyük emeklerin ve özverilerin ürünü olan edebiyat dergilerinin yaşam mücadelelerini anlatmamak haklısızlık olurdu. Burada değinilenler sorunlar, özelde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi genelde Türkiye’nin neresinde olursa olsun çıkan, öğrenci dergilerinin temel sorunlarıdır. Zihniyet değişmediği müddetçe sorunların dününün ve bugününün de değişmeyeceği inancındayız. Dolaysıyla amacımız, bir şeyleri değiştirmek ya da değiştirilmesi için çalışmak değil, sadece fosilleşmiş sıkıntılara ve sorunlara değinmektir. Amacımız, yalnız bırakılan, kendi imkânlarını seferber edip, kendilerini kuşatan bütün olumsuzluklara rağmen, sönmek bilmeyen heyecanları ve kaygılarıyla mücadele veren; emeklerinin karşılığını alamayan edebiyat savaşçılarının dili olmaktır. Kendimizi de soyutlayamayacağımız temel sorunları: Kadrolaşamamak, öğrencinin edebiyat dergileri karşısında duruşu, hocaların olaya yaklaşımı, maddi imkânsızlıklar ve reklâm-satış sıkıntısı gibi ana başlıklar etrafında toplayabiliriz. Üniversiteyi kazanma hırsına kilitlenen öğrencinin, üniversitedeki 4–5 yılı nasıl dolduracağı yetisinden uzak olduğu gerçeğinden hareketle diyebiliriz ki, üniversite gençliğinin çoğunluğunun belli bir amacı ve hedefi yoktur. Arayış içerisindeyken önüne gelen her işe kollarını sıvama alışkanlığı edinmiştir; ama öğrencinin maymun iştahlılığı dergilere olan yaklaşımını değiştirmemektedir. Öğrenci her zaman istekli ve heyecanlıdır. Ama ne istediğini tam olarak bilmez. Dümenin başına geçemez. Çünkü edebiyat bölümündedir ama edebiyatı sevmez, edebiyatçılardan bihaberdir. Edebiyat dergilerini almak bir yana edebiyat dergilerinin isimlerini dahi duymamıştır. Okuma alışkanlığı yoktur. Bu alışkanlığı edinme gibi bir derdi de yoktur. Buna rağmen edebiyat dergileri içinde yer almak için önlenemez bir arzu duyar. Amaçları bir kenara, ateşli nutuklarıyla bir şeylerin yapılmasını ister, bunun gayreti (!) içerisine girer. Ancak daha ilk görev dağılımında, sorumluluklardan kaçmaya başlar. Bugün yaparım, yarın yaparım derken bir bakmışsınız kaybolmuştur. Bu rutin durum her yıl yeni öğrencilerle devam eder. Niyetlerinde, amaçlarında, sorumluluk anlayışlarında, bilinç düzeylerinde bir değişme görülmez. Gözünüz kapalı olsanız da bu gerçekleri fark edersiniz… Olanlara ise dergi çalışmasının farklı, kişisel sorunların farklı şey olduğunu anlatmazsınız. Bir sorunu hayatının her alanına bulaştırma konusunda maharetli olan(!) insanımız bu konuda da öyledir. Edebiyat bölümünde en büyük sıkıntı edebiyat- sanat çalışmalarının yetersizliği, bu eksiklik hep vurgulanır. Siz, edebiyat öğrencisinin bırakın okuma alışkanlığının olmamasını, diğer sanatsal alanlara da ilgisiz kaldığını görürsünüz. Bu ilgisizlik dergilerin içeriğine de yansıdığından, edebiyat dergilerinde böyle yazılara rastlanmaz. Çünkü yazacak birikime sahip olan yoktur. Hep günlük sorunların uzantısı olan karamsarlık ve yalnızlık üzerine karamalar ya da baharda yazılan aşk ve ayrılık öyküleri, denemeler, şiirler arasında boğulursunuz. Şaşarsınız bu ülkede ne kadar çok denemeci ve şair varmış diye. Onun içindir ki edebiyat dergileri birbirinin benzeridir ve içerikleri kısırdır. Yeni açılımlar yoktur. Çünkü farklı alanlara ilgi olmadığı gibi hayattan ve edebiyattan bıkmışlık da bunun sebeplerindendir. Ve kütüphanelerden, okuma salonlarından uzak, koridorlarda, kantinde tüketilen bir zamanın, size tüketilen bir hayat sunduğunu bildiğinizden birilerinin kalkıp size, neden güzel öyküler, makaleler, denemeler yok? demesine aldırmasızsınız. Bilirsiniz ki sizi yargılayan dünyadan habersizdir… Umut çalınmayacak kapı bırakmazmış…Hocaların yoğunluğu size zaman bırakmaz. Bilirsiniz ki kendi işinizi kendiniz yapmalısınız. Zaten biriler de kulağınıza böyle fısıldar. Yalnız olmadığınız hissettirilse de hep yalnız yol alırsınız. Bir yazı için onlarca kez kapıları aşındırırsınız. Umudunuzla yarını beklersiniz. Bir türlü yarınlar bitmez. Öğrenmişsinizdir size verilen değerin ne olduğunu. Ne kadar önemsendiğiniz ve ciddiye alındığınız ortaya çıkmıştır. Siz güçlü, onlar haklıdır. Ve umudunuzla baş başa bakışlarınızı anlamsız, uzaklara dikersiniz… Burslarınızı ve harçlıklarınızı gereksiz şeylere değil, kitaba ve dergiye yatırırsınız. Ancak yetmez, çünkü sizi yontulacak kaz olarak gören bir matbaacı, öğrenci dergisidir, az basıyor, sadece okul çevresine dağıtılıyor diye size destek olmayan ya da olsa da reklamları ancak filmlere ve aydıngerlere yetecek maddi olanaklar sunan yayınevleri olduğu müddetçe bir yerlere borçlu olursunuz. Fakülte arkadaşlarınız (ilgilenenler tabii) ve hocalarınız dergiyi (emeğinizin karşılığı olarak) hediye olarak algıladıklarından elinizin boş kalmasına alışırsınız. Bütün bunlara rağmen mücadeleye devam edersiniz, çünkü yüreğinizi ortaya koyarak yaptığınız işten maddi bir beklentiniz yoktur. Bundan sonrası gereksizdir. Yüreğimiz yüreğiniz olmadığı müddetçe bunları söylemek neyi değiştirir ki… II. Aşağıda 1996–2005 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat’ı öğrencileri tarafından çıkarılan dergilerin değerlendirmesi bulunmaktadır. Maalesef çıkarılmış dergilerin çoğuna ulaşamadık. Dergilerin belli bir arşivlerinin olmaması onlara ulaşmamızı zorlaştırdı. Ancak birkaç dergiye arkadaşlar vasıtasıyla ulaşabildik. Bu konuda bize yardımcı olan ve arşivini açan Osman Oruç arkadaşımıza çok teşekkür ediyoruz… Dergilerin çoğunun bütün sayılarına ulaşamadık. Ulaşabildiğimiz dergilerin ancak birkaç sayısı elimize geçti. Bu dağınıklık, sağlıklı bir değerlendirme yapmamızın önüne geçti. Öyle ki o dönemin öğrencileri, dergilerine tarih düşmedikleri gibi künyeyi bile önemsememişlerdir. Belki bu eksiklik daha önce dergicilik yapmamalarının getirdiği acemilikten kaynaklanıyordur (yalnız birinci sayıda değil, diğer sayılarda da benzer durumun söz konusu olması, bunun bir anlayış olabileceğini de gösteriyor) . Dergilere katkıları bulunan arkadaşları belirtirken en az iki sayıda çalışmış arkadaşların isimlerini kullanmayı uygun gördük. Değerlendirme yazılarımızın eleştiriden ziyade tanıtmaya yönelik olduğu unutulmamalıdır. Amacımız bizden sonra geleceklerin üniversite dergileri araştırmalarına bir nebze katkı da bulunmaktır… Bir dönemin düşünüş biçimi, duyguların, değer yargılarının, geleneğin birer belgesi olan bu dergilerin hiç yokmuş gibi yitirilip kaybolmasına gönlümüz razı olmadı. İstedik ki, bir zamanlar edebiyat için çırpınanların, yüreklerindeki feryatlarının hala kulağımızda çınladığı, unutulmadıklarını bilsinler. İstedik ki, edebiyatın hangi isimsiz kahramanların savaşıyla bugünlere geldiği ve bu isimsiz kahramanlar arasında Türk Dili ve Edebiyat’ı öğrencilerinin yeri bilinsin. İstedik ki, edebiyat silahşorlarının hangi yollardan geçtiği, öğrenciler üzerine karabasanlar gibi çökenlerin varlığına aldırış etmeyenlerin azmi, onuru, inanışları birilerine örnek olsun. Ve yine istedik ki, sahiplenmiş görünüp sahiplenmeyen birileri utansın, birilerinin yüzü kızarsın. Ve düne yaptıklarını bugüne yarına yapmasınlar. Ve yine istedik ki, okumak için, yazmak için zamanım yok diyenlerin ve öğrenci dergisi deyip de ciddiye almayanların karşısında her zaman bu genç yürekleri bulacaklarını hatırlatmaktı. Ve en önemlisi istedik ki, bu yollardan geçen dostlarımızın geçmişlerini unutmamaları gerektiğini hatırlatalım. Edinmiş oldukları tecrübelerini, birikimlerini kendilerinden sonra gelenlere aktarmalarıdır. Onları sahiplenmeleridir. Bahaneler ardına sığınmamalarıdır. Biz yerimizi, kapasitemizi, gücümüzü biliyoruz. Amacımız birilerini eleştirmek, birilerine laf yetiştirmek değildir. Sadece kısa da olsa yürüdüğümüz yolda bizden önce gelmiş – geçmiş dostlarımızı anımsamak, bunun yetersizliğini bile bile teşekkür etmekti. İmkânların kısıtlılığı çalışmamızı yetersiz ve kısır bırakmıştır. Eğer dostlarımız sesimizi duyarlarsa, buyursunlar bize kendilerini anlatsınlar, Deyiş’in sayfaları her zaman kendilerine açıktır. Unutulmamalıdır ki, Deyiş’in gücü ve yarını dostlarının özverisine bağlıdır. Sözü fazla uzatmadan sizi bir tarihle baş başa bırakıyorum: ALAMUT DERGİSİ, “Alamut, hal-i hazırı kabullenmeyen, kabullenmek istemeyen, ‘Bu şaşı karanlığa bir gül sokuşturmayı boynunun borcu’ bilenlerin kampı. Alamut Nizamü’l Mülkü yıkmak isteyenlerin kalesi…” diyerek aykırılıklarını ve duruşlarını böyle ilan ederek yayın hayatına giren Alamut Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde ulaşabildiğimiz en eski dergi. Alamut aykırılık ve statüye ters düşmek adına yayın dönemini belirtmemiş. Yine sayı ve tarih belirtmeyen bir sayısında Mustafa Cihan’ın yazdığı ‘Meseller 3: Tek Gözün Bir Masalı’ yazısına 16.12.1996 tarihini düşürmüş, yine aynı sayıda yayın kurulunda da yer alan Ahmet Öz’ün yazdığı ‘Bir’ yazısında bindokuzyüzdoksanaltı yılının son cumartesi gecesi ibaresi derginin 1996 yılında yayında olduğunu gösteriyor. Alamut dergisinin kaç sayı çıktığını bilemiyoruz biz sadece birinci ve tarihsiz bir sayı olmak üzere iki sayısına ulaşabildik. Bütün bunların nedeni öğrenci dergilerinin ulaşılabilecek arşivlerinin olmamasıdır. Alamut’un yayın koordinatörü: Savaş Kılıç. Yayın kurulunda; Hüseyin Altuntaş, Selçuk Aylar, Süleyman Gültekin, Ahmet Öz, Addürrahim Toprak bulunmakta. Şiirleriyle; Addürrahim Toprak, Ahmet Savaş Kılıç, Ahmet Öz, Süleyman Gültekin, Selçuk Aylar, Şule Hıdıroğlu; düz yazılarıyla, Zeki Bulduk, Hüseyin Altuntaş, Servet Kızılay, Selçuk Aylar, İsmail Orhan Sönmez, Addürrahim Toprak vd. katkıda bulunmuşlar. DÖNEMEÇ DERGİSİ, Alamut’la aynı dönemde çıkan Dönemeç’in, ikinci, dördüncü, beşinci ve yedinci sayılarına ulaşabildik. İkinci sayıya Mayıs-Haziran 1996 diye tarih düşülmüş. Genel yayın yönetmeni, Üzeyir Karadöl; yayın kurulu, Abdülkadir Kahraman, Savaş Kılıç, Zeki Bulduk, Şadiye Akyol, Yurdagöl Sözdemir, Ayşe Doğru’dan oluşmaktadır. Ancak dördüncü, beşinci ve yedinci sayıların künyesinde yayın kurulu yok. Bir ikincisi ise, Dönemeç’in yayın kurulunda ve yazar kadrosunda yer alanların bir kısmı Alamut’un kadrosu ile aynı… İlk sayısında umulanın üstünde ilgi gördüğünü belirten Dönemeç, ikinci sayısını: “şiir hayatımızdan el ayak çekti” denildiğinde Victor Hugo’nun “şiir bitmez” gür ve gümrah sesine kulak verip, günümüzde şiir bitmemiş, sadece yenilik ufkunu tüketmiştir anlayışıyla şiire ve şiirle ilgili çevirilere yer vermiş Editörün açıklamalarına bakılırsa Dönemeç, hayli eleştiriye maruz kalmış. Ve bunlara cevap verirken misyonunu, hedef ve amacını çok net bir tavırla izah etmiştir. Dönemeç yüklendiği misyonunu ne kadar başardı bilemiyorum, ama bir öğrenci dergisi için hayli iddia ve beklenti içinde olduğu kesin. Bunlara, yorumsuz kısaca değinmek istiyorum: “Bireysel, aşkınlığını sağlayarak, bu arada platonik hüzünleri, ıstırapları kendi içine usul usul sığdırmasını da bilen genç kalemlerin toplanma yeri olmaya aday görünmeli Dönemeç…” , “memleketin kurtarılması, toplumun, kapitalizmin veya materyalizmin kanlı pençesinden koparılması; edebiyat dergiciliğinin Türkiye’de artık bir halta(!) yaramadığı; okuyucunun olmadığı; bu şekilde bir yerlere ulaşılmadığı” eleştirilere karşı, “kendini kurtaramayanın memleketi biraz zor kurtaracağı; maddenin-mananın özünü kavramadan kapitalin pençesine her insanın günün birinde takılacağı; bu memlekette halta yarayan pek öyle sevindirici bir şeyler yapılmadığı faydacı gazetelerin anlaşılmayan bir sebeple okunduğu(!) bir yerlere ulaşma gibi bir tasarımızın olmadığı…” gibi anımsatmalarda bulunmuşlardır. Son olarak “Dönemeç edebiyat olarak, tek amacımız bu soylu çabalara türlü iç hesaplaşmalardan, kuruntu ve tabulardan sıyrılarak, taze solukların, yeni kalemlerin doğmasını saplamaktır. Bu temel kaygının ötesinde bir takım ‘vülgarize’ söylentilere itibar etmiyoruz.” , “kalem fobilerinden kurtulmuş, kendini adamış herkesi, Dönemeç’te buluşmaya, dönemeç’te yürümeye çağırıyoruz.” … Dönemeç’in, genç kalemleri kendi çatısı altında buluşturma çağrısı beklenen ilgiyi görmemiş olacak ki yedinci sayısında Dönemeç edebiyatın devam etmesi için okuyuculardan destek ve sahiplenme çağrısında bulunmuş, buna rağmen Dönemeç yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştır. Ardından Sefine Dergisi yayın hayatına girecektir. Dönemeç’e şiirleriyle; Üzeyir Karadöl, Ertuğrul Aydın, İshak yaşar, Mustafa Uslu, Şule Hıdıroğlu, Fatih Kıraççakallı, M. R. Rindokur, zeki Bulduk… Düzyazılarıyla; Zeki Bulduk, Ertuğrul Aydın, M. Sait Okur, M. R. Rindokur, Üzeyir Karadöl, Ahmet Öz, Ali Nur Okur, Zeynep Cebeci vd… katkıda bulunmuşlardır. SEFİNE DERGİSİ, 1 Aralık 1998 yılında yayın hayatına giren Sefine’nin ilk dört sayısına ulaşabildik. 4. sayısında “adımızı soran, ariyan var mı?” Tanpınar’ın mısrası şiar edinerek, Tanpınar’a karşı yapılan ‘aldırışsızlık’ suikastını ortadan kaldırmak için gelecek sayılarını dosya konusunu duyurulmuş. Tanpınar’a ayrılan özel sayı çıktı bilemiyoruz. Ama o dönemlerde derginin ekonomik nedenlerden çıkamadığını biliyoruz. Birinci sayısında sahibi: İstanbul Üniv. Türk Dili ve Edebiyatı öğrencileri ibaresi yer almasına rağmen diğer sayılarda: sahibi, Mevlüt Ekingen; yayın sorumlusu: Turgay Anar, bunların yanında: Rahmi Canlar, Muhammed Enes, İsmet Gözübüyük, M. Sait Kavşut bulunmaktadır. Tek umdelerinin samimiyet olduğunu belirten Sefine, kendilerini dev aynasında görmediklerinden okurlarını irşat etmeyeceklerini, konformist edebiyatçıların yaptığı gibi şarlatanlık taraftarları olmadıklarını dolaysıyla dergiye peşin hükümlerle yaklaşanların yanılacağını altını çizerek bu tufandan kurtulmak isteyenlerin gemilerine davet etmişlerdir. Sefineye çağırmak başka bir iddia olsa da samimiyetle demir aldıklarını unutmamak gerekir. Sefine’ye şiirleri ile: Sema Hükümdar, M. Sait Kavşut, Muhammet Enes, Ahmet Uslu, Fatma Geçer...Düzyazıları ile: Turgay Anar, Mevlüt Ekingen, Tuncay Sarıkaya, Özlem Çoşan, Turgay Anar, Eyüp Taşöz, Melahat Şen vd. katkıda bulunmuşlardır SEDİR DERGİSİ, 22 Mart 2001 tarihinde yayın hayatına giren Sedir’in genel yayın yönetmenliğini: Osman Oruç, Yayın kurulu ise: Kadir Gözcü, Rıdvan Temel, Hilal Sevimli, Faik Deniz’den oluşmaktadır. Osman Oruç yönetimindeki Sedir dört sayı, daha sonra Akif Karakoç’un Sedir’i devir almasından sonra bir sayı çıkarmasıyla toplam beş sayı çıktı. Biz sadece son üç sayısına ulaşabildik. “…Rağmen” yaşamaya devam edeceğini belirten Sedir, kadro yetersizliği, ekonomik ve öğrencilerin ilgisizliği nedeniyle yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. Sedir; Rıhtım, Deyiş ve Sarmaşıkla aynı dönemi paylaştı. Renkliliğin en güzel örneği olsa gerek Sedir(Akif Karakoç devir almasından sonra tabii), Deyiş, Rıhtım aynı sınıfın öğrencileri tarafından çıkarılıyordu. Sedir misyonunu: “dergimizi takip edenlerin dikkatlerinden kaçmamıştır, okuyucularımızın açmak, onlara eksikliklerini göstermek gibi pervasız bir tutum hiç göstermedik…Etrafa bizi aşan telkinlerden bulunup ahkam kesmediğimiz için özür dileriz…Elimizin yetişebildiği sınırlar dahilinde sıra dışı olanı ve özgün bir tarzla sıradan olanı ele almak amacındayız.” Açıklarken, gördüğümüz kadarıyla şiir ve yazın dünyasındaki gelişmeleri takip ederek atıflarda bulunmuştur. Sedir’de daha önceki dergiler gibi doğrudan dostların sırt çevirmesinden ve vefasızlığından yakınmıştır… Sedir’e şiirleri ile: M. Berke Yelten, Muhammet Enes, Mustafa Kazıcı, Ömer Şirin, Bahtiyar Aslan,..Düzyazıları ile: Akif Karakoç, Osman Oruç, Kerem Özden, Mustafa Kazıcı, Turgay Anar, Şükrü Uraz Özcan, Muhammet Enes, Zeynep Kevser Şerefoğlu vd. katkıda bulunmuşlardır. RIHTIM DERGİSİ, Mart-Nisan 2002 yılında Turgut Serdar Yavuz editörlüğünde yayın hayatına başlayan Rıhtım’ın ömrü bir sayı ile sınırlı kalmıştır. Yayın kurulunda Mehmet Samsakçı, Orhan Sarıkaya, Berrin Bavik, Bilal Alpaydın… toplam dokuz kişi, dizgi-basımda altı kişi olmak üzere on beş kişiden oluşan kalabalık bir kadroya sahipti Rıhtım. Dolaysıyla dergide yer alan yazıların hemen hepsi aynı kişilere ait. Edebiyat kaygısı taşımayan sadece dergi için dergi anlayışına sahip Rıhtım’ın doğduğu gibi ölmesinin manzarası şöyle: Okuma eylemi olan, araştıran ve düzenli yazan bir yayın kurulu anlayışından uzak olan Rıhtım; bizim sınıfında bir dergisi olsun diye yola çıkarak sınıfını toplamış, derginin amacını izah ettikten sonra, yayın kurulunda yer almak isteyenler parmak kaldırsın, halkla ilişkiler ve reklamda çalışmak isteyen parmak kaldırsın ve yine yazı işlerine adayların oylama ile seçilmesine gidecek kadar demokratik (!) anlayışa sahipti. Daha sonra sevgililerinden ayrılan, yalnızlığın dünyasında volta atanların yazdığı yazılar toplanarak bir yıl sonra yazılar ancak iki kapak arasına getirilebildi. Parmak kaldırmakla bir araya gelen Rıhtım’ın limandan ayrılmadan suda boğulmasını normal karşılamak gerekiyor. Dergi için dergi ve isimlerini duyurmak için yola çıkan Rıhtım, “Devam ederken…” manifestosunda, “başlarken”le başlayan hiçbir derginin bitirirken son sayısında “bitiriyoruz” deme şansına sahip olamadığını söylemelerine rağmen edebiyatın rotasını çizememişler adeta kendi duruşlarını izah edememişlerdir. Manifestolarında; nefretin, bağnazlığın ve düşmanlığın giremeyeceği güllerden bir gemiyi “Rıhtım”dan uğurladıklarını söylemelerine rağmen aynı dönemde ve sonrasında yayın hayatında olan “Sedir” , “Deyiş” dergilerine anlamsız tepkiler koymuşlardır. Birçok sıkıntıya rağmen emek ve özveri sonucunda ayakta kalmaya devam etmenin ne olduğunun bilincinde olmalarına rağmen dergilere destek çıkmamışlar hatta eleştiri adı altında karalamaya gitmişlerdir. Yine hedef kitlelerine Edebiyat Kulübü çatısı altında ve web sitesiyle ulaşmayı hedeflediklerini ve diğerlerinden farklı olmayı düşündüklerini belirten “Rıhtım” hedef kitlesini yanıltmıştır. Bahsettikleri Edebiyat Kulübü değil, Türk Dili ve Edebiyatı Kulübü’ydü. Edebiyat Kulübü ÖKM’de (Öğrenci Kültür Merkezi) zaten faaliyetteydi ki bunların içinde Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi (burası da ilginçtir: Edebiyat Kulübü bünyesinde Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisinin olmaması başlı başına bir yazı konusu olmalıdır.) yoktur. İkincisi “Rıhtım” çıktığı zaman Türk Dili ve Edebiyat Kulübü’nün yönetim kurulu arasındaki yöntem-metot anlaşmazlığı nedeniyle kulüp kendi kendini fes etmişti. Ve bütün faaliyetlerini durdurmuştu. Rıhtım’ın dediğinin aksine kulübün sosyal-kültürel hiçbir faaliyeti yoktu. Zaten Rıhtım’ın bir sayıdan fazla çıkmaması bunu en güzel açıklayan örnektir. Bahsedilen web sitesi ise sadece söylemde kalmış, hiçbir zaman yayınlanmamıştır. Danışma kurulunda bölüm hocalarından bir kaçının desteğini arkalarına almalarına, derginin bütün maliyetini aldıkları reklamlarla sağlamalarına rağmen “Rıhtım” istenen başarıyı gösteremeden kendi kendini tüketerek Türk Dili ve Edebiyatı koridorundaki tozlu raflarda yerini almıştır. DEYİŞ, Bilginin özümsenmediği, okuma serüvenlerinin başlamadan bittiği, toplumun suni gündemlerin içerisinde bulunduğu bir dönemde Mayıs-Haziran 2002 yılında yayın hayatına giren Deyiş’in genel yayın koordinatörü Osman Tatlı; yayın kurulu ise, Necmettin Cebeci, Mehmet Şahin, Ahmet Öztürk, Canan Kılıç, Seda Şahin’den oluşmaktaydı. Yayın hayatının üçüncü yılında Deyiş, hiçbir kurum, kuruluş, dernek, vakıf ve kişilerden destek almadan kendi çabalarıyla ayakta kalmaya, özgünlüğünü korumaya devam etmektedir. Deyiş ailesi, bu iki yıl zarfında gerek yazılarıyla gerek eleştiriyle katkıda bulunan herkese teşekkür eder. Özellikle gayretlerinden dolayı Ahmet Öztürk ve İsmail Taş’a, birçok sıkıntı ve zorluklara rağmen yılmadan Deyiş’in sayfa düzeni için uğraşan, özeleştirileri ile Deyiş’in önünü açmaya çalışan Canan Kılıç’a, Deyiş’in üçüncü sayısından altıncı sayısına kadar Deyiş’in editörlüğünü yapan Seda Şahin’e Deyiş’in ilk gününden son gününe kadar göstermiş oldukları emek, özveri ve destekle Deyiş’i bugüne taşıyan arkadaşlara çok teşekkür eder. Deyiş ailesi olarak onlara çok şey borçlu olduğumuzu bilmelerini isteriz. Ve halen Deyiş’in sorumluluğunu seve seve ve zevkle taşımaya devam eden; Ali Arıkmert’e, Osman Tatlı’ya, Mehmet Şahin’e, Bilal Özbay’a, Tuncay Yangın’a ve Filiz Bezirgân’a ve Emrah Dede’ye çok teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz. SARMAŞIK, “Serabıyla sayısız kitapların yazıldığı bu tüten ruhun üzerinden kimilerin güneşin altında söylenmedik söz kalmadı dese de; bu gölgeler aleminde eski ve yeni söylenecek daha bir çok şeyimiz olduğunu biliyor…” söylenecek çok şeyleri olduğunu söyleyen Sarmaşık 2003’ün kış döneminde yayın hayatına girdi. Toplam üç sayı çıktı. Genel yayın yönetmeni, Mehmet Tuncer; yayın kurulu, Murat Çeri, Sait Özdemir, Neslihan Tekten, Zühre Demir, Tuğba Yacı, Salih Gültekin’den oluşmaktadır. Yürekleri aşk dolu Olan Sarmaşık kendisini şöyle tanımlamaktadır: “bizler aşkın hakikatinin sarhoşluğunu yaşayan, o aşkla ne yaptığını bilmeyen sarmaşıklarız. Hani şu günebakan çiçeğinin şeydası olan, yüz bulamadıkça onu saran; sıkan, sarmalayan gözü kara sevdalısı sarmaşık. Onun ölümüne neden olduğunu bile düşünmeden iki bedeni tek tende cem etmek istercesine onu sıkan bahtsız sarmaşık…” Sarmaşık’a şiirleriyle; Salih Gültekin, Murat Çeri, Zühre Demir, Ali Bilge Şahin, Ali Ören, Aslı Karagöz…Düzyazılarıyla; Zühre Demir, Murat Çeri, M. Fatih Özdemir, Tunca Özkişi, Mehmet Tuncer, Tuğba Yacı, Serkan Dargıç, Hilal Candemir…katkıda bulunmuşlardır. Not: Yukardaki yazı İst. Üniv. Ede. Fak. Türk Dili ve Edebiyat öğrencilerin çıkarmış olduğu “DEYİŞ” dergisinin Nisan-Mayıs sayının kapak konusu için yazılıp yayınlanmıştır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |