Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı |
|
||||||||||
|
Onu bir çay ocağında otururken gördüm. Utangaç ve çekingen bir ruh haliyle (çünkü kendisini soramamıştım/ardından bir şeyler yapamamıştım…) selam verdim. Selamımı -her zaman olduğu gibi- büyük bir sevinçle ayağa kalkarak aldı. Birbirimize sarılırken/musafaha ederken sanki bir şey koptu benden… Bir taraftan, “Geçmiş olsun, Allah günahlarına kefaret etsin” diye dualar ederken… Diğer taraftan “Âmin cümlemizin…” şeklinde, cevaplar aldım. Öyle bir şey ki, o samimi havayla günahlarımın/günahlarımızın döküldüğünü hissettim… O musafaha ve samimi havayla günahlarımın/günahlarımızın döküldüğünü hissettim… Kendisine karşı bir kusur işlemiş falan değildim. Ama onlar Medrese-i Yusufiye alınırken, ben bir şeyler yapamamanın çaresizliğini yaşıyordum. Fazla bir şeyler yapamazdım ama birkaç satır yazı yazabilirdim. Ve belki de birkaç satır yazı yazamaman suçluluğunu yaşıyordum şimdi. Ayakta ne kadar kaldık bilmiyorum… Ben mi ona, o mu bana hatırlattı oturmamızı/oturmamız gerektiğini, onu da bilmiyorum. Oturduk. Havdan –sudan konuştuk…(Havadan-sudan mı konuştuk?) Kaç gün içerde kaldığını sordum. Yetmiş (rakamla 70) gün kaldığını söyledi. “Eee… günleriniz nasıl geçti…insan orada dünyayı nasıl görüyor” gibisinden bir şeyler sordum…(Sanki oraları hiç görmemiş/yaşamamışım gibi.) Onu gerçekten nurlanmış ve günahlarından temizlenmiş gördüm. Yüzündeki nurdan da anlaşılıyordu ki günahlarının bir kısmını dökmüş orada… Şahsen ben orada öyle yapmıştım. Daha doğrusu kendiliğinden öyle olmuştum. Zira niyet Yusufi olunca zindan, zindan olmaktan çıkıp Medrese-i Yusufiye’ye dönüşüyor… Bir ara –nerden icap ettiyse- orada zindan hatıralarımı okuduğunu falan söyledi. Ve sanki tekrar o günlere gittim… Geçmiş günlerim bir film şeridi gibi gözlerimin önünden gelip-geçti… O saflık. O temizlik. O adanmışlık. O maneviyat havası buram buram koktu adeta. Çünkü… Çünkü; Dünyadan ahrete götüreceğim tek hazinem… Çilekeş ve ceht içinde geçen günlerim zindan hatıralarımda saklı... Ahirette bana şahitlik edebilecek tek sermayem… Dünya’ya kapalı ama Ahirete açık huzurlu, mutlu günlerimdi Medrese-i Yusufiye… Lakin bir şey var ki insanoğlu çabuk unutuyor. Çabuk unutuyor ve kirleniyor. Kirlendik be kardeşim… Bilmemem bir melek saflığıyla geçirdiğim o günleri yad etsem günahlarıma kefaret olabilir mi? Ve o günler bana şahitlik edebilir mi bunca kirlenmeden sonra? Allah; hesabını kolay verebilen, kirlenmemiş, tertemiz kullarından eylesin bizi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şevket Başıbüyük, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |