"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık. elimizden tutan bir tanrımız yoktu. bize iyi olacağımızı söyleyen bir annemiz ya da... umudumuz yoktu bizim, hayallerimiz yoktu. günlük düşlerdi hep kurduğumuz. rüyalar ise sadece uykularımızda saklıydı. bilinçaltımızın bize sunduğu bir şovdu sadece;
ve perde kapandı..."
kelimelerimiz vardı az buçuk. onlar da havada asılı kaldı. alan aldı birkaç şey, çoğu ise farkına varmadı. herkesin acelesi vardı. bilinmeyene yetişmeye çalışıyordu herkes. her saniye bizim için altın değerindeyken boş uğraşlar peşinde birbirlerini ezip duruyorlardı.
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş."
önce yıldızlarımız vardı bizim. sonra birden hava karardı...
raflara kaldırdılar sevgiyi. sadece ihtiyaçları olduğu zaman çıkardılar. hiç düşünmediler vermeyi, hep aldılar. birbirlerinin kanıyla beslendiler asırlarca. kirlendiler ama farketmediler.
mutluluğu aradılar asırlarca. oysa o kadar yakındı ki... nedeni belli aslında. bir şey ne kadar yakınındaysa o kadar flu görünür gözüne. uzaklaşman gerekir arada. aramayı bırakman gerekir.
o seni bulur.
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık."
çağ atladığımızı sandık hep. kendimizi kandırdık. asırlar geçtikçe geriledik. geriledikçe boşaldı içimiz. ne aklımız kaldı ne ruhumuz ne de sevgimiz. teknoloji ilerledikçe biz robotlaştık. yanlış roldeyiz farkına varamadık. hani nerde kalbimiz? boşlukla doldurduk içini. sonra akıttık zehrimizi dünyaya. zehirledik birbirimizi.
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık. elimizden tutan bir tanrımız yoktu." biz varolduğuna inandık. dua ederek çözmeye çalıştık her şeyi. her şeyi dualardan bekledik. hiç çaba sarfetmedik. hiç çalışmadık. yukarda bizi dinleyip her istediğimizi yapacağına inandığımız bir noel babanın inancıyla büyütüldük. uyutulup büyütüldük. tıpkı ninnilerdeki gibi.
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık. elimizden tutan bir tanrımız yoktu. bize iyi olacağımızı söyleyen bir annemiz ya da..."
o kadar karanlıktı ki kimse yoktu yanımızda. ne bir ses vardı ne de bir seda. belki bağırdılar arkamızdan. belki de ağladılar. ama biz duyamadık. hapsolduk bu karanlığa. hapsolduk bu uzay boşluğunda. kara delik bizi her gün içine çekerken debelendik durmadan. ama bilmez miydik ki çırpındıkça daha çok batarsın suya...
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık. elimizden tutan bir tanrımız yoktu. bize iyi olacağımızı söyleyen bir annemiz ya da... umudumuz yoktu bizim, hayallerimiz yoktu." kendimize ait olmayan hedefler çizdik hep. hiçbiri bize ait değildi. geleceğe dair yapılan planlar ne zaman tutmuştur ki? hayatın akışında kaybettiler kendilerini.
"yıldızlar vardı önce. hepsini söndürdüler yavaş yavaş. karanlık çağda tıkıldık kaldık. elimizden tutan bir tanrımız yoktu. bize iyi olacağımızı söyleyen bir annemiz ya da... umudumuz yoktu bizim, hayallerimiz yoktu. günlük düşlerdi hep kurduğumuz. rüyalar ise sadece uykularımızda saklıydı. bilinçaltımızın bize sunduğu bir şovdu sadece";
ait hissettiğimiz hiçbir yer olmadı. bize ait bir dünya hiç olmadı. hiç mutlu olmadık biz ya da tam anlamıyla hiç mutsuz olmadık. gündelik zırvalarla doldurduk güzelim beyinlerimizi. ancak uyuduğumuzda ulaşabildik kendimize. uykuya daldığımızda... bazen kendimizi tatlı bir düş içinde bulduk, bazen de biz düştük kabusun tam ortasına. suçlu biziz, hep biz olduk. ama bizim de başka bir çaremiz olmadı
"ve perde kapandı..."
] ] ] ]