Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Gökler inim inledi Havanın kapakları ters döndü İkiye bölündü gökkuşağı Menteşeleri söküldü ayın (Kalavela, Fin Destanı, Runo 19: 246-250) Çok çirkin ve korkunçtular. Erkekleri ayrı bir çirkin, dişileri ayrı bir çirkindi. Medusa onların yanında melek gibi kalıyordu. Aymaz, arlanmaz ve yüzsüzdüler. Bir ırmak boyu ağızları, gemi uzunluğu sırtlarıyla dev sürüngenleri andırıyorlardı. Dişi olanlar kafaları kozaya sarılı iri gözlü asalaklara benziyordu. Yavruları da pisliklerde sevinçle kaynaşan larvalar ya da sülükler gibiydi. Büyük yeşil tahtlarda, görkemli, erişilmez kulelerde oturuyor, sürekli küfrediyor, en iğrenç yalanları söylüyorlardı. Ellerinde kanla dolu altın kupalar, kadehler vardı. İpek kumaş ve atlastan parlak elbiseler giymişlerdi. Dişi sürüngenler yeryüzü fahişelerine nispet yaparcasına omuzlarına kadar altın bilezikler, gümüş, pırlanta takılar, yakut ve inci kolyelerle bezenmişti. Davetten davete, düğünden düğüne, eğlenceden eğlenceye koşuyorlardı. Tahtların çevresinde milyonlarca aç, sefil, her ulustan büyük bir kalabalık, o gösterişli sofralara, süslü masalara ulaşmak umuduyla "Beni de alın, beni alın" diye yalvarıyor, çoluk çocuk demeden acımasızca birbirini eziyordu. Sürüngenler ve asalaklar büyük bir kurumla salyalarını akıtarak çevrelerine gülücükler saçıyor, şölenden kalan artıkları ve çöpleri sanki yüce bir bağışta bulunuyormuş gibi çalımla kalabalıklara fırlatıyorlardı. Bu dev canavarlar aslında insan eti, kan ve canla besleniyorlardı. Fakat bunu kalabalıklardan gizliyorlardı. Yedikçe yiyor, içtikçe içiyor, şiştikçe şişiyor, bir türlü doymak bilmiyor, sarhoş gibi sendeliyor, katıla katıla gülüyorlardı. Gülmekten gözlerinden yağlı yaşlar fışkırıyordu. Çoğuldular. Egemendiler. Dokunulmazdılar. Tüm su başlarını, köşe başlarını tutmuşlardı. Kimseye göz açtırmıyor, aman vermiyor, kendilerinden olmayanları yırtıcı köpekleri, kopoyları, uşakları, korumaları acımasızca parçalıyor, eziyordu. Toprak onların ağzından çıkan sövgü ve martavallarla kargışlanmış baştan başa yanıyordu. İnsancıklar elem ve umutsuzluktan çıldırmış gibiydi. Oğullar annelerini öldürüyor, babalar kızlarını azgın sulara atıyor, çocuklar ölesiye birbirini boğazlıyordu. Aileler dağılıyor, konu komşuyu çekemiyor, herkes çalıp çırpmanın, günü kurtarmanın, birbirini yok etmenin planlarını yapıyordu. Her yer şiddet, ölüm, öfke, kötülük ve nefret doluydu. Sodom ve Gomorra'nın son günlerini anımsatan bu inanılmaz manzara karşısında korkudan dizlerimin bağı çözüldü ve yere düştüm. Tinime yayılan ağır bir bulantıyla tam bilincimi yitirmek üzereyken korkunç sürüngenlerden birinin koca ağzıyla sırıtarak bana doğru geldiğini gördüm. Islığa benzer bir fısıltıyla “Korkma, çünkü senin yüreğini yedik ve artık korkmayacaksın” dedi. Beni kaldırıp oturttu. Yaratık ağzını açtıkça, ortalığa çürük yumurta, leş, lağım, dışkı ve ömrümde bugüne kadar hiç duymadığım tiksinç kokular yayılıyordu. Tüm o pırıl pırıl elbiselerin altında bedeni deve menisi, minare gölgesi, kolpa bağırsağı, yeşil dolarlarla kaplı, ayakları takunyalı domuz pençesi, gözleri kanlı yılan gözü idi. Tüm sürüngenler kaygısızca yan gelip yatıyorlardı. Ancak, günde beş kez yerlerinden doğrulup sıvazlama hareketleri yapıyor, güya temizlendiklerini sanıp her yere dikilen kulelere taktıkları sesbüyütenlerle büzüğü patlamış fil gibi böğürüyorlardı. Yürüdükleri ve dokundukları yerlerde pıhtılaşmış kan rengi izler bırakıyorlardı. Bu izler genç insanların, savaşçıların, ozanların, bilgelerin, kahramanların, halkların kanıydı. Onlara baktım ve ağız dolusu kustum. Yaratık son kez beni kucakladı ve artık hiç bir şey duyumsamaz oldum. Gözlerimi kapattım. Tek isteğim bir an önce ölmek ve yok olmaktı. Çünkü onlarla savaşabilecek gücüm yoktu ve ortalıkta artık tek bir yiğit, tek bir savaşçı kalmamıştı. Hepsi öldürülmüş veya ölmüştü. Ölmüş olanlar gömütlerden çıkarılarak herkesin gözü önünde parça parça edilmiş, kimse tepki vermemişti. Direnmeye çalışan bir avuç savaşçının çoğu zindanlara atılmış, ya da kafes içinde zincirlenerek Kaf dağına sürgüne gönderilmişti. Bir çığlık bir uçtan bir uca sağ kalanların usunda yankılanıyordu: "Bu dev sürüngenleri kim yenebilir? Kim bunlarla savaşabilir? Bizi bunlardan kim kurtarabilir? Bunları kim durdurabilir.?" Can derdine düşmüş kalabalıklardan ses seda çıkmıyordu. Ağızlar kenetlenmiş, gözlere mil çekilmiş, yürekler mühürlenmişti. Herkes afsunlanmış gibi başını öne eğmiş sessizce ağlıyor, öylecene duruyordu. Öfke ve yılgınlıktan ben de çok ağlıyor, bağırmak istiyordum, ama sesim çıkmıyordu. Sesim cılız bir fare sesi gibi olmuştu. Sürüngenlerin çıkardığı ayyuka ve yaygaradan sesimi kimse duymuyordu. Ben de kimsenin sesini duyamıyordum... ... Uyandığımda önce uzaklardaki bulutları gördüm. Rahat, sakin, pembe, buğulu Nimbüsler ... Yatağın altından yukarı bakıyordum. Çıplak ve yalnızdım. Ayaklarım ve ellerim çıplaktı. Tenim ve tinim çıplaktı. Bütün gece yağmur yağmıştı veya ben öyle olmasını istemiştim. Yılın sonuydu ama yazı özlemeye başlamıştım. Bir yandan da kar yağmasını istiyordum. Neyse ki tüm bunlar bir sanrıydı ve gerçek değildi. Kalkıp dışarı baktım. Bu olamazdı! İşte oradaydılar! Bu bir düş değildi! Sürüngenlerin şöleni ve kanlı cümbüş olanca hızıyla sürmekteydi. Bedeni olmayan tinler ateşten bir mengeneyle sıkıştırılıyordu. Çarpan yürekler durmuştu. Artık yas tutan yoktu. Kahramanların, gazilerin, şehitlerin isimleri tüm yapı, cadde ve sokaklardan zafer naralarıyla siliniyor, yerlerine küfür isimleri, Şeytanın değişik isimleri ve simgeleri yazılıyordu. Anıtkabir iş makinaları ve buldozerlerle yıkılıyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |