..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Düþmekten yükselme doðar. -Victor Hugo
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Deneme > Yerler > Kývanç Ekinci




6 Mart 2013
New York Mektubu  
Kývanç Ekinci
2013 Ocak ayýnda A.B.D.'nin New York þehrine yaptýðým geziden notlarým...


:ACDH:
Sarýyer Spor Kulübü hakkýnda mütalâa ettiðimiz yazýlarýmýn arasýna ikinci kez bir gezi yazýsý ekliyorum. Daha önce Rusya’nýn Omsk þehrine yaptýðým seyahati sizlerle paylaþmýþtým, bu sefer kýsmette Amerika’nýn New York þehri varmýþ.

New York Amerika Birleþik Devletlerinin en kalabalýk þehri, nüfusu 20 milyonun üzerinde. Birleþik Devletler ilk kurulduðunda 2 seneliðine baþkentlik yapmýþ bu þehir, þu anda da ticaret, finans, medya ve sanat gibi konularda ki liderliðiyle dünya baþkenti konumunda.

Ýstanbul’la arasýnda 7 saatlik zaman farký olan New York’a 10 saatlik uçak yolculuðunun ardýndan ulaþtým. Kalacaðým adrese gitmek için taksiye bindim, hava alanýndan þehrin neresine gitmek isterseniz isteyin ücret ayný, 52 dolar. Taksi þoförüne adres olarak Allen ve Delancey’in köþesi demek yetiyor da artýyor bile, 15 dakika sonra adresteyim. Ýnternetten görüþerek dairesini kiraladýðým ev sahibime cep telefonundan mesaj atarak haber verdiðim için köþedeki Starbucks dükkânýnda benim gelmemi bekliyor. Kalacaðým daireyi bana teslim ettikten sonra parasýný alýp ayrýldý. Yol yorgunluðu, biraz internete girip fazla oyalanmadan vurup kafayý yattým uyudum.

New York’taki ilk sabahýn heyecanýyla kargalar kahvaltý etmeden sokaða atýlýyorum. Bir iki sokaðý geçiyorum, caddeleri boyluyorum. Amerikalýlarýn, Amerikalýya benzer bir tarafý yok! Karþýma çýkan hep çekik gözlü Çinliler, birbiriyle Ýngilizce konuþan yok etrafta, sanki New York’ta deðil Þangay’dayým. Kamyon kasasýna bindirilip Almanya’ya götürülme vaadiyle kandýrýlmýþ Kemal Sunal hissiyatýyla neden sonra tablet bilgisayarda ki küresel konumlama özelliðine kullanmak aklýma geldi. Bir de ne göreyim, meðerse Manhattan’da, Çin Mahallesi’nin (China Town) tam göbeðindeymiþ tuttuðum daire, biraz daha yürüyerek uzaklaþtýkça, filmlerde gördüðümüz Amerikalýlarla karþýlaþmaya baþlayýp rahatladým.

Gözüme kestirdiðim bir kafeye girdim kahvaltý için. Ýsmi “Sugar Cafe”, bir peynirli omlet bir çay istiyorum. “Hangi çay?” diye bir soru geliyor, tam çaykur demeye niyetliyken son anda siyah çay diyerek cevaplýyorum. Garson haným kontra bir soruyla iyice köþeye sýkýþtýrýyor beni, “çay nasýl olsun?”. Demli olsun diyemiyorum, savuþturmak için normal diyerek yakamý kurtarmaya çalýþýyorum. Biraz sonra sipariþlerim geldi, koca bir tabak içerisinde koca bir omlet, yarým kilo patates kavurmasý, arasýna tereyað sürülmüþ kocaman tost ekmekleriyle geliyor. Ýþtahým kabarýyor, ta ki çayýmý görene kadar, boz bulanýk bir þey! Garson suratýmdan anladý herhalde, sütlü dedi. Normal demiþtim diyebiliyorum, sütsüz olsun demediniz ki diyor. Cehaletimle baþ baþa kahvaltýmý yapýyorum, demek ki buralarda çayýn normali sütlüymüþ diye düþünerek…

New York’ta ki ilk gün programým yoðun, elimde tablet pc haritadan yollarý takip ederek meþhur Times Meydaný’nýn yolunu tuttum. Sokaklar bomboþ, Pazar sabahý olmasýna baðladým kendimce, taytý bacaðýna geçiren koþuya çýkmýþ, bazýlarý da bisiklet sürüyor. Birkaç yüz metrede bir parklara rastlýyorum, buralarda da herkesin elinde bir köpek. Tek bir kiþinin elinde 7 köpek gördüm, sonradan öðrendim ki bu insanlar para karþýlýðýnda baþkalarýnýn köpeklerini gezdiriyorlarmýþ. Parayla köpek gezdirtilen parklardan birinde tekerlekli sandalyede oturan düþkün bir adam benden sigara istiyor, çýkarýp 2 tane birden vererek yoluma devam ediyorum.

Times Meydaný’na vardýðýmda kalabalýðýn arasýna karýþýveriyorum. Dünyanýn her yerinden turistler caddeye bakan duvarlardaki dev ekranlarý seyredip resim çekiyorlar. Ben de birkaç kiþiden rica ederek Sarýyer atkýmý açýp resim çektirdim. Times Meydaný eskiden New York’ta fuhuþ ve uyuþturucu ticaretinin adresiymiþ ancak sonradan bölge ýslah edilmiþ. Þimdi dünyanýn en ünlü sanat gösterileri bu bölgede ki irili ufaklý onlarca tiyatroda icra ediliyor. Biraz etrafý seyrettikten sonra, bu sefer istikamet Central Park. Yolum üzerinde Rockefeller Center var, burasý dünyanýn en zengin ailelerinden biri olan Rockefellerlara ait. Rivayet o ki, perde arkasýnda dünya bu binadan yönetiliyor ve dünyada ki tüm kötülüklerin kaynaðý burasý. Ben söyleyenlerin yalancýsýyým. Burada bir puz pateni alaný var ve etrafýnda onlarca ülkenin bayraðý göndere çekilmiþ. Türk Bayraðý’ný bulup dibindeki banka oturuyorum, bir sigara tellendirip buz pateni yapanlarý seyrediyorum. Saat 12:30 olmuþ bile, yürümeye devam. Central Park’a gelmeden hemen önce Pulitzer Fýskiyesi var. Gazeteci Joseph Pulitzer tarafýndan 1916 yýlýnda yaptýrýlmýþ. Burada yaklaþýk 100 kiþilik bir izleyici grubu Jamaikalý dansçýlarýn gösterisini izliyorlar. Ben de durup biraz izliyorum, sonuna yetiþmiþim, 5 dakika sürmeden bitiyor. Oradan ayrýlýp caddeyi geçiyorum, Central Park’ýn giriþindeyim. Burada süslü püslü faytonlar sýra sýra dizilmiþ, sürücülerinin genelde Türk olduðunu söylediler.

New York’ta devasa binalar ve caddelerde uzun süre dolaþtýktan sonra Central Park’a geçince insan baþka bir dünyaya taþýnmýþ gibi hissediyor kendini, þehir ne kadar canlý ve hareketli ise Park’ta bir o kadar sakin ve huzurlu. Ýnsan saatler ve hatta günler boyunca bu devasa parkýn içinde kalmak istiyor. Park’ýn içinde Rockefeller Center’da gördüðümden daha büyük bir buz pateni pisti var. Belki 200 kiþiden fazla bir kalabalýk durmaksýzýn dönüyor, sanýrsýn tavaftaki hacýlar. Ýçinde 21500’ün üzerinde aðaç bulunduðunu öðrendiðim Central Park yürüyüþümü, Metropolitan Sanat Müzesi’ne gelince sonlandýrýyorum. Park’tan çýkýp Müze’nin giriþine geliyorum, binanýn öyle bir mimarisi var ki bina kendi baþýna bir þaheser. Kapýsýndan girer girmez müzenin ambiyansý insaný kontrol altýna alýyor.

1870 senesinde kurulan müze 190bin metrekarelik bir alana sahip. Antik Mýsýr’dan tutun, modern sanatlara, Ýslami eserlerden tutun da Okyanusya yerli halklarýna ait sanat eserlerine kadar uzanan geniþ bir yelpazede yer alan on binlerce eseri barýndýran koleksiyonlar ziyaretçilerin hiç sýkýlmadan saatlerini müze içerisinde harcamasýný saðlýyor. Göz açýp kapayana kadar 3 saate yakýn süreyi tüketmiþim, salonlar birer birer boþaltýlmaya baþlýyor. Bazý bölümleri de göremeden saat beþ buçukta kendimi kapýda buluyorum. Aman Allah’ým! Gündüz ki güneþli ve sakin hava, yerini buz gibi bir rüzgâra býrakmýþ. Nefes almak bile güç, günün yorgunluðuna soðuk hava da eklenince hiç oyalanmadan yol kenarýnda ki bir taksiye kendimi atýyorum.

Taksiciye evimin adresini söyledim, anladým dedi ve yola devam ettik. Herhalde telaffuzumdan yabancý olduðumu anlamýþ olacak ki, biraz gittikten sonra nereli olduðumu sordu. Türkiye dedim, adamdan ses çýkmadý bir iki saniye, ben de Türkiye’yi biliyor musun diye sordum. Kafasýný arka koltuða doðru çevirip, “Abi madem öyle Türkçe konuþsana, ne diye Ýngilizce konuþuyorsun” demez mi! Üç senedir New York’ta yaþadýðýný okulunu yeni bitirdiðini ve harçlýðýný çýkartmak için taksi þoförlüðü yaptýðýný anlattý. Ýsmi Serkan, telefon numarasýný verdi, bir ihtiyacýn sýkýntýn olursa ara diye tembihledi. Serkan’ýn taksisinden indikten sonra karnýmý doyuracak bir yerler bulup eve çekiliyorum.

Pazartesi sabahý kahvaltýdan sonra ilk hedefim 2001 senesinde ki 11 Eylül terör saldýrýsýyla yýkýlan ve 3000’e yakýn kiþinin can verdiði Dünya Ticaret Merkezi’nin olduðu yere yapýlan “9/11 anýtý” oldu. Anýta girmek hava alanýnda kontrolden geçmekten çok daha zor! Önce bir kuyruðun peþine takýlýyorsun, labirent gibi yollarý görevlilerin, þuradan-buradan devam edin gibi yönlendirmeleri ile geçtikten sonra birinci kontrol noktasýnda resimli kimlik gösterin diyorlar. Anlý þanlý pasaportumuzu yapýþtýrdýk suratlarýna. Sonra ikinci kontrol noktasýnda önce kapalý bir alana alýyorlar, burada üst baþ aramasý, xray cihazýndan geç, ayakkabýný çýkart, þapkaný çýkart, hatta o kadar ileri gittilerki boynumda ki Sarýyer atkýmý bile çözmemi istediler! Burayý da saða salim atlattýktan sonra, artýk anýt bölgesinin giriþinde son kez pasaport ve ücretsiz olarak verilen giriþ biletimizi takdim ettik ve içeri girebildik. Tüm bu güvenlik önlemlerini geçmek yaklaþýk 250 metre mesafe ve 15 dakika içinde gerçekleþti. Büyük zahmetlere katlanarak giriþ þerefine nail olduðumuz anýt görsel olarak çok fazla bir þey içermiyor. Ýkiz kulelerin bulunduðu yere derin havuzlar yapýlmýþ. Havuzun etrafýndaki plakalarda hayatýný kaybedenlerin isimleri var. Bir de müze alaný oluþturulmuþ, burada da hatýra eþyalarý var ve ziyaretçilere saldýrýda yakýnlarýný kaybedenlerle röportajlarýn yapýlmýþ olduðu filmler izlettiriliyor. Baþta Amerika’nýn ve dünyanýn birçok yerinden gelmiþ insanlar var, bunlarýn içinden Ruth isimli yaþlýca bir haným bir çok Amerikalýnýn yaptýðý gibi gülümsüyor ve nasýlsýnýz diyerek sohbete baþlýyor; “Ne kadar acýklý deðil mi?”. Sohbet biraz koyulaþýnca, nereli olduðumu, nereli olduðumu öðrenince de Türkiye’deki insanlarýn 11 Eylül saldýrýlarýyla ilgili ne düþündüðünü soruyor. Ben de dilim döndüðünce PKK teröründen bahsedip, sonra da El Kaide terör örgütünün Ýstanbul’da da HSBC, Ýngiliz Konsolosluðu ve Sinagoglara yaptýðý bombalý saldýrýlarý anlatýp, Türk’lerin amacý ne olursa olsun terörden yana olamayacaklarýndan bahsediyorum. Kadýncaðýz Mars’ta hayat keþfedildiðini duysa, El Kaide’nin Ýstanbul’da terör eylemi yaptýðýný duyduðunda þaþýrdýðý kadar þaþýrmazdý herhalde. “Ben de sizin ülkeniz de terörden zarar görmüþ insanlar anýsýna yapýlmýþ anýtlarý bir gün ziyaret etmeyi isterdim” dedi Ruth Haným. Birkaç saniye boþ boþ kadýnýn suratýna baktýktan sonra, umarým deyip, vedalaþarak ayrýlýyorum yanýndan. Ayrýlýyorum ama kadýn çiviyi çaktý bir kere kafama! Yüzüne söylemeye utandýklarým kafamda dönüp duruyor, “Bizim ülkemizde terörden zarar görenler kimsenin umurunda deðildir ki onlarýn anýsýna anýt yapýlsýn, hem de sizde ki gibi 3000 deðil 30binden fazla kurban olmasýna raðmen. Hatta bizim Baþbakanlarýmýz, terör cenazelerinde “yaygara” kopartýlmasýndan þikayetçilerdir. Ve hatta biz ülkemizde terörü yapanlarla masabaþýna oturur pazarlýk bile ederiz.”…



9/11 anýtýndan ayrýlýp, bu sefer Modern Sanat Müzesi (The Museum of Modern Art) ya da ingilizce orijinal isminin baþ harflerinden türetilmiþ bilindik ismi ile MoMA’ya doðru yola çýkýyorum. Epey mesafeyi yürüye yürüye gittim. Üþüdükçe bir Starbucks bulup giriyorum, bir sýcak çikolata molasý, sonra yola devam. MoMA’ya vardýk. Giriþi Metropolitan ve 9/11’in aksine çok mütevazi sanki icra dairesinin giriþi. Ýçeri girdikten hele hele bilet fiyatýný öðrendikten sonra gözümdeki bu küçülme kayboluyor. 25 dolarý ateþleyip dolaþmaya baþlýyorum. Hiç kývýrmadan itiraf edeyim, sýkýntýdan patladým. Eðer Philadelphia’dan ailesiyle New York’a gelmiþ olan Lizbeth’le tanýþmýþ olmasam ikinci kata bile çýkmazdým. Ýlk baþta ben “ne lan bu þimdi saçma sapan þeyleri resim diye buraya koymuþlar” diye düþünürken, Lizbeth bana her tabloyla her eserle ilgili bilgiler veriyor. Çoðunu anlamýþ numarasý yapýyorum. Bana da hak verin, sonuçta sanatýnýn içine tükürülen , ucube heykellerin ülkesinde yetiþmiþ bir vatan evladýyým. MoMA ile ilgili Lizbeth dýþýnda size anlatmaya deðer bulduðum çok fazla bir þey yok maalesef. 25 dolar boþa gitti anlayacaðýnýz.

Akþam ayazý New York’u ele geçirmiþ, o kadar da soðuk bir hava ki elimi deðil dýþarýda, montun cebinde bile ýsýtamýyorum. Ýþporta tezgâhýna yaklaþtým, zenci satýcý elindeki telefonla Ýngilizce dýþýnda bir dilde konuþuyordu. Beni görünce telefonu býrakýp bana yaklaþtý, eldiven lazým dedim. Eldivenlerden bir kaçýný gösterdi. Birini aldým, 5 dolar ödedim. Ellerim dondu, benim memlekette böyle soðuk olmuyor deyince, nerelisin diye sordu. Ben Türküm, sen? diye ben de sordum. Amerikan’ým dedi. Adama olur mu kardeþim, sen Amerikan’ým dersen öbürü de ben Jamaikalýyým, Meksikalýyým, Afrikalýyým demez mi? Diye çýkýþmak geliyor içimden. O sinirle uzaklaþýp bir Ýrlanda Pub’ýna giriyorum. Yiyecek bir þeyler sipariþ ettikten sonra, hem karnýmý doyuruyorum, hem de Tv’yi izliyorum. Baþkan Obama’nýn yemin töreni gibi bir þey varmýþ. Obama konuþmasýnda “Ben Amerikan’ým” diyor. Buyur buradan yak! Sinir tepeme çýkýyor, adamýn babasý bile Amerika’da doðmamýþ, yani daha dün gelmiþ Amerika’ya ama ben Amerikan’ým diyor. Hepsi bu kadar mý? Bütün otobüslerin kapýsýnda Amerikan bayraklarý, tüm binalarýn üzerinde en az 8-10 tane Amerikan Bayraðý hem de abartý büyüklükte. Kimse buna faþistlik demiyor, Latini, Çinlisi, Afrikalýsý kökeni ne olursa olsun kimse Amerikan olmaktan rahatsýz deðil. Yani “Amerikan’ým diye diye ülke ilkelleþmemiþ”. Neyse Teksas usulü bifteðimi yiyip karným doyunca biraz daha sakinleþiyorum…

Salý sabahý uyandýðýmda umutla beklediðim þey oluyor, New York’a kar yaðýyor. Doðru Sugar Cafe’ye yollanýp kahvaltýmý yapýyorum. Bu sefer tabletteki haritadan rota tarifi aldýðým yer Amerikan Doða Tarihi Müzesi. Pazar günü hafta sonu, pazartesi de “Martin Luther King” günü olduðun için resmi tatildi, benim kendi yorumuma göre caddeler bunun için bu kadar boþ ve sakindi. Salý sabahý her taraf insan dolacak sanýyordum, ama trafik rahat, etraf sakin, o kadar ki merkezi sayýlmayacak bazý yerler de sokakta yürürken ayak sesleri bile duyuluyor. Sonradan öðrendim ki, New York benim sandýðýmýn aksine çoðunlukla böyle sakin ve sessizmiþ, çünkü insanlarýn büyük bölümü gün boyunca gökdelenlerin içindeki ofislerinden hiç çýkmadan gün boyu çalýþýrlarmýþ. Bu açýklamayý Fransýz bir emlakçý yaptý, doðru bir açýklama mý bilmiyorum, ben O’nun yalancýsýyým.

Çin mahallesinden, Doða Tarihi Müzesi’ne kadar yaklaþýk 8 km. yolu yürüyerek tükettikten sonra Müzenin önündeyim. Müzenin kapýsýnda Theodore Roosvelt’in at üzerinde bir heykeli var, Kýzýlderililer de Roosvelt’in eteðine yapýþmýþ yanýnda dikeliyor, buna biraz içerleyip, müzeye giriyorum. Diyebilirim ki New York’un en etkileyici mekâný benim için bu müze. Tam 6 saat içinde dolaþtým ki bu müzeyi doya doya görmek için çok yetersiz bir süre. O kadar çok fotoðraf çektim ki önce fotoðraf makinemin sonra da cep telefonumun þarjý tükendi. Giriþte verdikleri bilgi kitapçýðýnda müzenin yýlda 5 milyon üzerinde ziyaretçiyi aðýrladý, birbirine baðlý 25 bloktan oluþtuðu ve 46 adet sürekli sergi salonu olduðu yazýlý. Dile kolay tam 32 milyon eser sergileniyor. Müze’de gerçek boyutta yapýlmýþ yüzlerce hayvan maketi var, mavi balinadan tutun da Bengal kaplanýna kadar. Ýslam Halklarý’na ayrýlmýþ bir salon da var. Burada aralýklý olarak ezan okunuyor, büyük bir Kabe tablosu ve eski bir kuran yapraðý var. Müzede Dinozor Ýskeletleri, Ýnsan Biyolojisi ve Evrimi, Mineraller ve Deðerli Taþlar, Meteorlar ve Gezegenler bölümleri de ilgimi çeken sergiler oluyor. Bir ara kaybolduðumu ayný iskeletlerin önünden üçüncü kez geçtiðimi fark edince anlýyorum. Müzede ki kafeteryalardan birine oturup biraz dinleniyorum, Central Park manzarasýna karþý bir kahve içiyorum, sonra da yorgunluða pes edip asansörle soluðu zemin katta alýyorum. Soðuk aman vermiyor insana. Sýcaklýk sýfýrýn altýnda 5 derece civarlarýnda, buna bir de okyanustan gelen dondurucu soðukta eklenince akþamlarý dýþarýda dolaþmak büyük eziyet.

Taksiyle Times Meydaný’na kadar geliyorum, saat akþam 6’ya geliyor. Etrafý dolaþýrken ne göreyim, bir yerde Türkçe bilen eleman aranýyor yazýyor. Cesaretimi toplayýp sormaya karar veriyorum. Muhtemelen Türklerle karþýlaþýrým diye bekleyerek içeri daldým, bu ilan için geldim diyorum. Ýkinci kata çýkmamý istiyorlar, ikinci kata çýkýp bir daha soruyorum, bu sefer birisi kafa sallayarak beni yanýna çaðýrýyor. Tokalaþtýktan sonra Türkçe ana dilin mi diye soruyor, Evet diyorum. Adamlar Avrupa’daki aþaðý yukarý tüm dillerden insanlar çalýþtýrýyor ve o ülkelerden, ticaret, seyahat veya tedavi gibi amaçlarla Amerika’ya gelen insanlara her türlü rehberlik hizmeti veriyorlarmýþ. Sürekli iþ olmayabilir ama her ay ortalama 15 gün çalýþýrsýn, ücrete gelince, saat baþý 20 dolar diyor. Biraz daha konuþtuktan sonra, yeþil kartýn var deðil mi diye soruyor, hiç bozuntuya vermeden, yok ama kýz arkadaþým var 1-2 ay içerisinde evleneceðiz diye atýyorum yalaný. Biraz düþünerek tamam ama yeþil kart alana kadar saati 15 dolar olur diyor. Pazartesiye kadar düþünüp tekrar geleceðimi söyleyip ayrýlýyorum.

New York’ta Çarþamba günü önceden sözleþtiðim bir arkadaþla buluþup Özgürlük Antý’na gidecektik. Seneler önce Ýstanbul’da tanýþtýðým arkadaþým Briana, ABC kanalýnda kameraman olarak çalýþýyor. Öðleden sonra gelip beni kaldýðým yerden alýyor, aslýnda daha önceden Özgürlük Anýtý’na gitmeyi kararlaþtýrmýþtýk ama bir süre önce yaþanan kasýrgada anýt hasar almýþ ve tamirata alýnmýþ bu yüzden ziyarete kapalýymýþ, onun için Bayan Liberty’yi göremiyorum. Briana, Pazartesi günü Baþkan Obama’nýn yaptýðý yemin törenini görüntülemek için Washington’da imiþ. Ne kadar kalabalýk olduðunu vs. anlattý. Hamilton Fish Park diye bir yere gittik, kapalý ve açýk havuzlar, basketbol, hentbol ve tenis sahalarý, vücut geliþtirme için spor araçlarý, fýskiyeler ve daha bir sürü þey, insanlar buradaki programlara üye olup tüm bu tesis olanaklarýndan faydalanabiliyormuþ. Ne yalan söyleyeyim imrendim. Sonra Briana cebinden iki tane bilet çýkartýp gösteriyor, sinema bileti. Amerika’da gösterime bugün giren bir Fransýz filminin biletleri, ilk seyredenlerden olacaðýz diyor. Sinemanýn yolunu tutup gidiyoruz. Filmin ismi The Pirogue yani kano. Senegal’den bir kanoya binerek, daha iyi bir hayat için Fransa’ya doðru yola çýkan bir grup Afrikalý’nýn baþýna gelenler anlatýlýyor. Sinemadan çýkýyoruz, güzel bir akþam yemeði. Fransýz filminin üzerine Fransýz þarabý iyi gidiyor. Geç saate kadar sohbet ediyoruz.

Perþembe gününü genelde dinlenerek geçirdim. Bir iki ufak alýþveriþ yaptým. Deniz kenarýnda biraz fotoðraf çektim. Kaç gündür evden çýkýnca tam karþýmda ýþýklarý gözüme çarpan masaj salonuna gitmeye karar veriyorum. Çekinerek kapýsýndan girdikten sonra, Çinli çalýþanlar karþýlýyor, restoranda nasýl menü veriliyorsa burada da ayný öyle menü verdiler. Hamam, sauna, sýcak taþ masajý, derin doku masajý, Ýsveç masajý, kafa masajý daha anlamýný bilmediðim bir sürü servis var. Ben kaç gündür yol yürümekten harap düþtüðüm için spor sonrasý masajýndan istiyorum. 90 dakika 30 dolar. Masajý, Lina isimli Çinli bir bayan yapýyor. Bir senedir Amerika’daymýþ ama Ýngilizcesi yok denecek kadar az. Türkiye’de bu yaptýðýn masajýn 90 dakikasý 200-250 dolar diyorum. Ben de ki göbeði gördüklerinden olacak, 9 seansta 9 kilo verdirten akupunktur terapisi isteyip istemediðimi soruyorlar. Onunda seansý 45 dolarmýþ. Ýki gün sonra New York’tan ayrýlacaðýmý söylüyorum.

Cuma günü sabah soluðu yine Sugar Cafe’de alýyorum. Çalýþanlarla ahbap olduk zaten. Artýk çayým da sütsüz geliyor. Ýnternetten Cuma namazý nerede kýlýnýr onu araþtýrýyorum. Assafa Ýslam Merkezi diye bir yer buldum, bulunduðum yere çok yakýn. New York için öðle namazý vakti 12:30, yeri bulmam zor olur belki diye erkenden çýkýyorum. Sandýðýmýn aksine çok kolay elimle koymuþ gibi buluyorum saat daha 12:00, içeri girdiðimde karþýma sakallý bir amca çýkýp, selam aleyküm diye karþýlýyor. Namaz için geldim diyorum. Saat 1’de kýlýnýyormuþ Cuma namazý, ben de abdest alýp baþlýyorum beklemeye. Spor salonundan biraz daha küçük bir salon, yanlarda baþka salonlarda var yavaþ yavaþ cemaat artýyor. Cemaatin çoðunluðu Güney Asyalý, içlerinde birkaç zenci var. Bir tane de sarýþýn orijinal Amerikalý’ya benzer biri vardý. Etrafýmdakiler ben de bir yabancýlýk olduðunu anlamýþ olacaklar ki, sürekli gülümseyerek selam veriyorlar, birkaç kiþi de elimi iki elinin arasýna alýp sýkýyor. Ve bitmek tükenmek bilmeyen losyon ikramlarý, bizdeki hacý yaðýna benzer bir þey, ne yalan söyleyeyim kokusu da çok aðýr, ayýp olmasýn diye hepsine elimi uzatýyorum. Her gelen losyonu basýyor bileklerime. Ýmam anlamadýðým bir dilde vaaz veriyor, sonra ayný konunun özetini bu sefer Ýngilizce anlatýyor, neye hadis denir, hadislerin güvenilirlik dereceleri hakkýnda bilgiler veriyor. Namazý kýlýp bitirdik Allah kabul etsin. Toparlanmaya baþlayýnca beremi kaybettiðimi fark ediyorum, abdest aldýðým yerde mi unuttum, yoksa mescidin içinde bir yerlere mi düþürdüm hatýrlayamýyorum. Ýlk karþýlaþtýðým Hacý Aðabey’i bulup soruyorum, haberi yok sonra uðrarsan çýkar bir yerlerden, biri bir tarafa kaldýrmýþtýr diyor. Baþlýyoruz konuþmaya, klasik memleket nere sorularýndan sonra anlatýyor; Assafa Ýslam Merkezi Bangladeþli müslümanlarýn kurduðu bir dernekmiþ, New York’ta büyük bir mescid inþaasýna devam ediyorlarmýþ. Bunun için toplam 2 milyon dolar harcanacakmýþ ve þu ana kadar yardýmlarla bunun 1.25 milyonunu toplamýþlar, 2013 senesi içerisinde hizmete açmak istiyorlarmýþ. Ben de yardým sandýðýna 5 dolar atýyorum ayrýca islami duvar takviminden de 2 dolar verip satýn alýyorum. Ýmam’ýn hangi dilde konuþtuðunu sordum Bengalce dedi. Bengal diye ülke var mý dedim, Bengal, güney asya’da bir coðrafi ve tarihi bir bölge imiþ Hindistan ve Bangladeþ topraklarýnda yer alýyormuþ ama burada yaþayan Bengal halký Bengalce konuþurmuþ. Bunlarýn hepsini öðrendikten sonra Kashem kardeþimle helalleþip ayrýlýyorum. Biz bereyi kaybettik ya, akþam üzeri kar yaðmaya baþlýyor. Karla birlikte dondurucu soðuk kýrýlýyor, sokakta dolaþmak daha kolay artýk. Karda biraz dolaþýyorum, Amerika’ya kadar gelip “fast food” yemeden olur mu, Burger King’ten nevaleyi alýp akþam yemeði iþini hallediyorum. Sonra da evimin sokaðýnda bulunan, bir haftadýr akþamlarý takýldýðým “Grey Lady” ve “Lolita” ismindeki mekanlarda ahbaplýk kurduðum kiþilerle gidip son kez görüþerek yarýn ayrýlacaðýmý haber veriyorum.

Cumartesi sabahý New York’ta son kez uyanýyorum, ayrýlýþ günü geldi. Bir daha nasip olur mu göreceðiz. Gece yaðan kar hala sokaklarda ama arabalar rahat iþliyor. Her þey insanlarý daha rahat ettirmek, güvenliðini saðlamak üzerine kurulmuþ. Mesela dükkanýn önünden geçerken buzda kayýp bacaðýný kýran biri o dükkanýn sahibine dava açabiliyor. Çünkü o dükkanýn çevresinin temizliði ve güvenliði dükkan sahibine ait, evinizin etrafýnda bulunan aðaçlar bile sizin sorumluluðunuzda birinin kafasýna bir dal düþerse ev sahibinin baþý aðrýyabilir. Amerika’da her þeyin bir kuralý var, herkes de kurallara uymaya çalýþýyor, çünkü kurallarý çiðneyenlerin baþý dertte demektir. Mesela bizde ki metrobüs mantýðýnýn aynýsý orada da var. Ama otobüs için ayrýlmýþ olan þeritle normal þeritler arasýnda bir engel yok buna raðmen trafik ne kadar sýkýþýk olursa olsun, hiç kimse “sadece otobüsler için” yazan ve bomboþ bekleyen þeride dalmayý aklýndan bile geçirmiyor. New York’tan bahsederken burayý kültürel anlamda Amerika diye isimlendirmek aslýnda çok doðru deðil, çünkü New York ve benzeri metropol þehirler aldýklarý büyük göçle kendine has bir kültürel yapýya sahip olmuþlar. Gerçek Amerikan yaþamý ve kültüründen bahsetmek için ülkenin güney ve iç bölgelerini incelemek lazým. “Hiç uyumayan þehir” lakaplý New York’tan ayrýlmak için John F. Kennedy hava alanýnda kontrollerden geçerek THY uçaðýnýn kapýsýna doðru yaklaþýyorum. Son olarak beni bir hafta aðýrlayan New York için;


Sen bilmesen de ben geldim,
Ve gidiyorum veda etmeden sessizce,
Sokaklarýnda dolaþmak üþüyerek ve kimsesizce,
Bir gün yine olur, kýsmetse…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn yerler kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Omsk Mektubu

Yazarýn deneme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ýstanbul'da Bir Sabah
Nasýl Aþýk Oldum


Kývanç Ekinci kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Kývanç Ekinci, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.