Bacağımı Kaybettiğim An!

Bacağımı saklamak hissi geçiyor içimden. Yürürken parmakları arasına sıkıştırdığı sigarayı ağzına götürüp içine çekiyor, elleri iki yanına salınırken adam, bana bakmayı sürdürüyor. Utangaçlık hissim bir kat daha büyüyor. “Niye benim bacağım yok Allah’ım! Neden bana bu cezayı verdin” diye bağırıyor içimdeki ses!

yazı resim

‘O’ olabilmek…

Önemli olan bu…

Dün iş çıkışında bunu düşündüm… Yolda yürürken, bir an tüm dünya meşgalesinde sıyırarak beyin zarımı, zamanı durdurdum…
O olabilir miyim?

Gerçekten öyle hissedebilir miyim?

24 yaşında trafik kazası geçirmiş bir gencin, kalan yaşamını kesik bir ayakla geçirebileceği gerçeğini nasıl anlayabilirim? Benim iki ayağım da var!

Ya da sol gözünü kaybetmiş 16 yaşında bir genç kızın, avcuna düşen günlerini tek pencereden görecek olması gerçeğini nasıl anlamlandırabilirim? Benim iki gözüm de var!

Düşünsene… Düşün!

Bir an ayaklarımdan birinin gerçekten olmadığını düşündüm.

Saat 18.15…

İşten çıkmış, az sonra bineceğim tramvaya doğru yokuş çıkıyorum.

Sağ ayağım diz altından itibaren yok!

O an bakışlarım değişiyor. Bir yandan kendimi ‘öyleymiş gibi’ hissederken, diğer taraftan da istemsiz biçimde adımlarımı, az önce yaptığımdan en az iki kat daha dikkatli atıyorum. Yolun sol karşısından bana doğru gelen bıyıklı, bereli ve göbekli adama kayıyor gözlerim. Ben bakınca, o da bana bakıyor.

Olmayan bacağıma bakıyor biliyorum.
Utanıyorum.

Bacağımı saklamak hissi geçiyor içimden. Yürürken parmakları arasına sıkıştırdığı sigarayı ağzına götürüp içine çekiyor, elleri iki yanına salınırken adam, bana bakmayı sürdürüyor. Utangaçlık hissim bir kat daha büyüyor. “Niye benim bacağım yok Allah’ım! Neden bana bu cezayı verdin” diye bağırıyor içimdeki ses!

Siyah bıyıklarıyla o adamı geride bırakırken, yürüdüğüm yokuşu nasıl çıkacağımı düşünüyorum. Tek bacakla burayı çıkamam ki! Keşke bir tekerlekli iskemlem olsaydı. Hayır, yine de bu yokuşu çıkamazdım. O halde işyerine her gün gidip geldiğim yolumu değiştirmek zorunda kalacağım. Ama değiştirsem bile bu kaldırımlardan iş yerine bir türlü varamazdım.

Nasıl bir iş çıkışıydı ki, bir anda ‘O olmak’ diye başladığım bu girdabın içinde beni taş kesiverdi.

Dillere pelesenk olmuş tüm söylemler aklımın kenarından geçerken, gerçekten de az sonra bir kaza kurbanı olarak öyle olmayacağım garantisini veremedim kendime… Sağa sola, önüme arkama daha başka bakarak, ürkek bakışlı bir adam olmayı mı seçecektim, yoksa hepimiz insanız deyip, ortak saygıyı mı keşfedecektim?

Ortak saygıda, her an ‘o olmakta’ sabit kıldım fikrimi…
Sonsuza kadar yaşamayacağımı, bir kazada ölebileceğimi, ya da yaralanıp, sakat kalabileceğimi peşinen kabul ederek…

Bu yazıyı yazarken 17.52’yi gösterirken saatim, 18.00’da varlığımın kalan kısmını başka biçimde sürdürmeyeceğimin garantisi yok biliyorum...

Hadi şimdi birlikte, tam şu anda kendimizi görmeyen bir çift göz sahibi yerine koyalım. Gözlerimizi kapattığımızı ve bundan sonra hep kapalı kalacağını hayal edin...

Emin olun baktığınız her şey biranda bambaşka görünmeye başlayacak!

Başa Dön