Bandırma'da Sahabeler Var

Peygamber Efendimiz (SAV) ahirete irtihal ettikten sonra, sahabelerin büyük bir çoğunluğu artık Mekke ve Medine şehirlerinde duramaz olmuşlardı.

yazı resim

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) zamanında yaşayıp, Onunla bizzat sohbet etme imkanı bulmuş, son nefesine kadar Müslüman olarak yaşamış ilk Müslümanları, sahabe olarak anıyoruz. Hz. Muhammedin Veda Hutbesini irad ettiği gün, bu hutbeyi dinleyen sahabe sayısının 124. 000 civarında olduğu düşünülürse, Peygamber Efendimizin hayatı boyunca yüz binlerce insanla bizzat sohbet ettiği, onlara İslam dinini ve bu dinin esaslarını bizzat tebliğ ettiğini hayretlerle fark ederiz. Bu durum, Peygamberimizin büyük mucizelerinden biri olmakla birlikte, Onun tebliğ etmekle yükümlü olduğu Kuran hakikatlerini büyük kitlelere ulaştırmak hususunda, ne derece gayret gösterdiğini ortaya koyan bir delildir.

Peygamber Efendimiz (SAV) ahirete irtihal ettikten sonra, sahabelerin büyük bir çoğunluğu artık Mekke ve Medine şehirlerinde duramaz olmuşlardı. Nereye baksalar, Nebiler Nebisinden bir iz görüyorlardı çünkü. Bu onların acısına acı katıyordu. Hatta Peygamber Efendimizin müezzini Bilal-i Habeşinin bu vefattan sonra bir daha ezan okumadığı ve diyar diyar dolaşmaya başladığı bilinen bir vakıadır. İşte yüzbinlerce sahabe, dünyanın pek çok farklı bölgelerine doğru yola koyulmuşlardı. Bu sahabeler, Hindistan, Afrika, Suriye, İran, Türkistan, Bizans, Çin, Mezopotamya gibi farklı diyarlarda Kuran-ı Kerimi ve İslam dininin esaslarını da tebliğ ediyorlardı.

Bize göre sahabelerin gerçekleştirdikleri bu seyahatlerin asıl maksadı, bizatihi tebliğdi. Çünkü tebliğ misyonu Hz. Muhammedden kendilerine kalan en büyük mirastı. Canlarından çok sevdikleri Hz. Muhammedin kendilerine biricik emaneti olan Kuran-ı Kerimin hakikatlerini bütün kâinata yaymak istiyorlardı. Çünkü onlar hayatlarının en tatlı anılarını Hz. Muhammedle yaşamışlardı ve bu kutlu anıları başka başka coğrafyalardaki insanlarla da paylaşmak istiyorlardı. Peygamberin (SAV) büyüklüğünü, güzelliğini, sevgisini, adaletini, getirdiği dinin hakikatlerini bütün insanlar öğrenmeliydi. Ancak o zaman Sevgili Peygamberlerinin vasiyetini yerine getirmiş olacaklardı.

Sahabelerin büyük bir kısmı daha Emevi devleti kurulmadan, hicaz bölgesinde ve farklı farklı coğrafyalarda vefat etmişlerdi. Ancak Peygamberimiz döneminde çocuk ya da genç olan pek çok sahabe vardı ki, onlar Emevi devleti döneminde de hayattaydılar. Emevi devletinin kurucusu Hz. Muaviyenin kendisi bir sahabeydi ve vahiy katiplerinden birisiydi. Onun döneminde daha on binlerce sahabenin hayatta olduğunu varsayabiliriz. İşte bu sahabeler de Hz. Muhammedin öğrettiği dinin esaslarını yaymak adına Emevi ordusuyla birlikte gazalara katılıyor, onlardan bir kısmı şehit bir kısmı da gazi oluyordu. Katıldıkları gazalarda şehit olan sahabeler şehit oldukları yere defnediliyorlardı. Kıbrıs, İstanbul, Suriye, Diyarbakır, Urfa gibi diyarlarda pek çok sahabenin medfun olması, işte bu sırdan dolayıdır. İstanbulda medfun Eyüp Sultan, Kıbrıstaki Hala Sultan, bu sahabelerin en bilinenleridir.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbulu fethettiğinde, Hocası Ak Şemseddinin de telkiniyle ilk iş olarak sahabe mezarlarını araştırmaya ve bu sahabeler adına makamlar, türbeler ve camiler inşa etmeye başlamıştı. Bu büyük dahinin bu gayretleri elbette boşuna değildi. Bu sayede Hıristiyanların bir merkezi olan İstanbul, çok kısa bir sürede İslam dünyasının kalbi konumuna yükselecekti. Bu sayede memleketlerinden binlerce kilometre uzakta şehit olan bu fedâkar sahabelere karşı, bütün İslam dünyası adına bir minnet borcu ifa edilmiş olacaktı. Sahabe mezarlarıyla içli dışlı yaşayan İstanbulun çocukları da, o kutlu insanlara özenecekler, onlar gibi imanlı, fedâkâr, ihlaslı olacaklardı. Bu da yeni fethedilen ve müslümanlaşan bu şehirde, sahabe şuuruyla şekillenmiş yeni bir nesil oluşturmak adına önemliydi. Mekan ve insan arasındaki etkileşimin farkında olan genç Fâtih, İstanbulda yaşayan insanları sahabe iklimine yönlendirecek mekanlar inşa etmesinin gereğinin de farkındaydı. Peygamberlerinin emrine uyarak, bu Bizans şehrini kuşatmak için buralara kadar gelen ve buralarda şehit olan sahabelerin manevi varlığı, bütün müslümanları birleştirecek kuvvetli bir simge olacaktı. Bu sayede tefrikaların yerini ittifaklar alacak, yeni ülkeler fethetme heyecanıyla bütün Müslüman ahali, tek yürek olarak, sahabe yurdu bir payitahta sahip devlet-i aliyenin yanında yer alacaktı.

Doğurduğu sonuçlar ne olursa olsun, 670li yıllarda, İslam ordularının İstanbulu kuşattığı ve bu kuşatma sırasında bazı sahabelerin şehit düştüğü bilinmektedir. Muhtemelen Emevi ordularını bu kuşatmalara sevk eden de sahabelerin büyükleriydi. Çünkü onlar, bu beldelerin fethedileceği müjdesini Hz. Muhammedden işitmişler, bu müjdeye masadak olabilmek için Kıbrıs, Afrika, Yemen, Kudüs, Türkistan, Anadolu, İstanbul gibi stratejik noktaların fetihlerine girişmişlerdi. Hatta Endülüs Emevilerinin İspanyaya geçmelerinin ardında, Hz. Muhammedin Romanın fethedilmesi ile ilgili hadislerinin de büyük bir etkisi mutlaka olmuştur. Bu amaçla müslümanlar daha ilk yıllarda Avrupa kıtasına geçmeyi kafalarına koymuşlardı diyebiliriz.

İstanbula gerçekleştirilen İslam akınları elbette öyle birdenbire ve kolay olmamıştı. İslam orduları sığınacakları, kışı geçirecekleri korunaklı yerler aramaya başladılar. İstanbula yakınlığı ve korunaklı üç limanıyla stratejik bir öneme sahip Kyzikos (Kapıdağ-Bandırma) kentini fethetmeleri gerekiyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için batı kaynaklarında geçtiği şekliyle yüzlerce donanmayla birlikte Panamoras (Bandırma) limanına demirlemiş olmalıydılar. Zaten o dönemde, şu anda Bandırma ile Erdek arasında bulunan Kizikos antik kentinden daha güvenilir bir sığınak bulmaları mümkün değildi. Gece gündüz kalabilecekleri hazır konutlar mevcuttu burada. Kısa bir kuşatmanın ardından bu kent ele geçirildi ve Bandırma, İstanbul kuşatması için bir üs haline getirildi. Muhtemelen İslam orduları İstanbula geçmeden önce, bu bölgede aylarca konaklamışlar ve ardından vakti geldiğinde İstanbulu kuşatmışlardı. Yani şu an İstanbulda medfun bulunan, başta Eyüp Sultan Hazretleri olmak üzere pek çok sahabe, şehit olmadan önce Bandırmanın, Kapıdağın, Erdekin, Edincikin topraklarında dolaşmışlar, belki de bu beldelerin gelecek kuşaklarının İslamla müşerref olması için dualar da ederek, İstanbulu kuşatma hazırlıklarına devam etmişlerdi. Bu gerçek Kyzikos kazılarını gerçekleştiren ekibin resmi sitesinde şöyle ifade edilmektedir: M.S. 672-678 yılları arasında Emevi halifesi Muaviyenin (ordusunun O.D.) Bizansa yaptığı seferde kışın Kyzikosda kaldığı biliniyor.

İslam ordularının seferleri ileriki on yıllarda da devam etmiştir. Büyük bir ihtimalle bu ordular da, konaklama merkezi olarak, Kapıdağ, Bandırma ve Erdek gibi limanları seçmişlerdi. Bölgede bir zamanlar Müslüman Arapların hüküm sürdüğüne delil olabilecek pek çok örnek de mevcuttur. Her yaz, yerli ve yabancı turist akınına uğrayan Avşa Adasının eskiden Arap Adası olarak anıldığı, bu adadaki Yiğitler köyünün eski isminin Araplar olduğu bilinmektedir. Erdek ve Edincik yakınlarındaki bir bölgenin Belkıs olarak adlandırılması ve hatta bu isimle Kuranda geçen Hz. Süleymanın kıssası arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılması da incelenmesi gereken bir vakıadır. Edincik, Bandırma ve Erdek gibi yerleşim yerlerinde yaşayan ihtiyarlarla konuştuğumuzda, geçmişten beri yöre halkının bu bölgede bazı mıntıkalarda sahabe mezarlarının olduğuna inandığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 2009 yazında İlker Balçık adlı öğretmen arkadaşımız, Edincik eşrafından olan Halit Amca ile görüştüğünde, bu bölgede sahabelerin yedi yıl kaldığı, muhtemelen buralarda sahabe mezarları olabileceği bilgilerini almıştı. Muhtemelen bu inanışın dayandığı maddi kanıtlar da vardı bir dönem. Çok kesin maddi bulgulara ulaşılmasa da tarihi gerçekler, bu bölgede sahabelerin, tabiinin (Sahabeden sonra gelen Müslümanlar) bir dönem ikamet ettiğini inkâr etmeyi engellemektedir. Ama ben inanıyorum ki bölgede gerçekliştirilecek kazılarda, deniz altı araştırmalarında o dönemde bölgede konaklamış olan sahabelere ait bazı kalıntılara ulaşılabilir.

Sahabelerin 668, 670 ve ardından 680li yıllara kadar yaşayıp yaşamadığı sorusu (Aslında bu soru, sahabelerin yaşlı insanlardan oluşan bir topluluk olduğunu düşünmemizden de kaynaklanıyor olabilir) elbette haklı gerekçeleri olan bir sorudur ama sanırım ortaya koyacağımız bir tek örnek, bu sorunun da cevabı olabilecek niteliktedir. Hz. Sa'd, Ensârın Hazrec kabîlesi kolundandır. Babasının ismi Sa'd bin Mâlik olup, hicretten önce Müslüman olmuştur. Sa'd, dört halîfe devrinde çeşitli savaşlara katıldı. Gittiği şehirlerde yeni Müslüman olanlara dîn bilgilerini öğretti. 712 yılında Medîne'de vefât etti.Örnekten de anlaşılacağı gibi 712 yılına kadar yaşayan sahabeler varsa, elbette 668 yılına kadar yaşayan binlerce sahabe vardır. Örnek vermek gerekirse, Hz. Muhammedin vefatı sırasında 10 yaşlarında olan bir sahabe 668 yılında 46 yaşında, 20 yaşında olan bir sahabe 56 yaşlarında olacaktır. 70, 80 yaşındaki pek çok sahabe de elbette Hz. Muhammedin fetih müjdesine nail olmak için bu gibi seferlere katılmıştır. Bunda mantığa ters bir durum söz konusu değildir. http://www.ilkvahiy.net/mubarek-zaatlar/medinede-en-son-olen-sahabi-sehl-bin-sad-33817/

Bu tarihi bilgilerin günümüz koşullarında ne önem ifade ettiğini açıklayalım isterseniz. Bir Müslüman için, kendi yaşadığı beldede bir zamanlar sahabelerin de yaşamış olduğunu bilmek, onların da aynı havayı soluduğunu, aynı topraklarda yürüdüğünü tefekkür etmek elbette önemlidir. Çünkü o sahabeleri sahabe kılan, başka kimse ile değil, âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (SAV)le yaptıkları nurlu sohbetlerdir. Hz. Muhammedin nuru, mutlaka o sahabelere de bulaşmıştır. Hele o sahabelerin kendi beldesinde vefat ettiğini ve onların bu beldede kabirleri olduğunu düşünmek, Müslüman için ayrı bir öneme sahiptir. Anadolu ve dünya tarihi açısından oldukça önemli bir tarihi kent olan Kizikosun tarihi, akademik çevrelerce anlatılırken; 670li yıllarda İstanbulu fethetmek için bu bölgede konaklayan insanların, sadece ve sadece tahrip edici Araplar olduğunu ifade eden beyanlarda bulunulması, yüreğimizi yaralamaktadır. Halbuki 40, 50 yıl önce çölün ortasında birbirini yiyen bedevi Arapların, nasıl olur da Arabistan çöllerinden İstanbula gelebilecek ufka ulaştıklarını ve bu denizcilikle alakası olmayan insanların, kısa bir süre içerisinde bu şehri, deniz yoluyla fethedebilme cüretini gösterebilecek kadar nasıl bilimde ilerleyebildiklerini de düşünmemiz gerekmiyor mu? Elbette Kizikos antik kenti insanlık için önemlidir ama Hz. Muhammedin arkadaşlarının bu kenti bir üs olarak kullanmış olmaları çok mu önemsizdir? Onun için mi, bu kentin tarihi anlatılırken bu insanlardan tahripkâr Araplar olarak bahsedilmektedir? Neden bu insanların arasında pek çok sahabe olduğu da ifade edilmemektedir? Rumlardan kalan Kizikosu yüceltmek adına, imanımızın sebebi olan sahabeyi ve ilk Müslümanları aşağılamak yakışıksız bir davranış değil midir?

İstesek de istemesek de, memnun olsak da olmasak da, Bandırma, Erdek, Kapıdağ, Edincik, İslamın ilk yılları ile yakından irtibatlıdır. Mekkenin, Medinenin sokaklarında gezer gibi sahabeler, bu beldelerde de yıllarca dolaşmışlar, burada maddi-manevi izler bırakmışlardır. Bu bölgede sahabe ve tabiin evlatlarının yerleşip kaldığı, bazı yer adlarından da anlaşılabilmektedir. Yine bu bölgede pek çok sahabe ve tabiin mezarının varlığı, çeşitli söylencelerle bugüne kadar ulaşabilmiştir. Söylenceden öte, bu bölgede de sahabe mezarlarının olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Kizikosta da bir savaş yaşanmıştır ve muhtemelen bu savaşta şehit olanlar da olmuştur. Bu şehit olanlar arasında sahabelerin olmaması imkansız gibidir. Bu sefere çıkan sahabelerin çoğu şehit olmak için çıkmışlardır yola. Çünkü biricik sevgililerine, hasretine dayanamadıkları Hz. Muhammede kavuşmak istemektedirler. Uzun deniz yolcuukları sonucunda hastalanan, zayıf düşen tabiinden, sahabeden pek çok kişinin naaşının bu limanlara defn edilmiş olması da mümkündür. Buralarda eceliyle vefat eden sahabeler de olabilir. Erdek Dilek Tepesinde bulunan ve zamanla efsanelerle anılan mezarın sahabelerden birine ait olmadığını kim söyleyebilir? Daha bunlar gibi Edincik ve Kapıdağ bölgesinde kimbilir nice saklı mezarlar vardır..

Kizikos antik şehrinin değerini küçümsediğimizi kimse düşünmemelidir. Aksine bu antik şehrin, sahabelerle birlikte anıldığında daha da değerlendiğine inandığımızı söylemek isteriz. M.S. 300lü yıllarda, 33 kenti içine alan Hellespontos eyaletinin başkenti olan ve bir dönem Bizansa kadar, Hıristiyanlığın da merkezi olmuş bir yeri küçümsememiz asla mümkün değildir. Ancak İslam dininin yıldızları hükmünde olan sahabeleri de küçümsememizi, kimse bizden beklememelidir. Depremler gibi doğal olaylar sonucunda gerçekleşen tahripleri, bu bölgede 7, 8 yıl kalan İslam ordularına yüklemek büyük bir haksızlık olacaktır. İnsanların kulağına oldukça itici gelen Emevi ismini kullanıp, bu orduyla birlikte İslamı yaymak için yolla koyulmuş sahabeleri ve büyük insanları da, sanki Emevilerin kötülüklerine alet olmuş topluluklar gibi göstermeye çalışmak, hiç de adil değildir. Ordunun başında Yezid de olsa, İstanbul kuşatmasına çıkılmasında sahabelerin tesiri büyüktü. Yani bu savaş Yezidin değil sahabelerin savaşıydı ve Emevi Ordusunun imkanlarını kullanıyorlardı haklı olarak. İstanbuldaki sahabe mezarlarının çokluğu, ancak böyle açıklanabilir. Peygamberimizin İstanbulun fethini müjdeleyen hadisleri olmasaydı, bir zamanlar çölde yaşayan bedevi insanların binlerce km ötedeki bu şehirde ne işleri olacaktı ki? Civarlarındaki şehirleri fethederek yavaş yavaş yayılmak yerine, neden böyle bir sıçramalı zor yolu seçsinlerdi? Bu orduların maddi kumandası Yezidde gibi görünse de, manevi kumanda sahabelerin elindeydi ve kendisi de bir sahabe olan Muaviye, Hz. Muhammedin emrini yerine getirmek isteyen sahabelerin yoğun baskıları sonucunda, İstanbulu fethetmesi için ordularını onca masrafı, sıkıntıyı göze alarak İstanbula yollamıştı.

Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, 670li yıllarda İslam ordularıyla birlikte pek çok sahabenin de Kizikos (Bandırma, Erdek) topraklarına geldiği gün gibi aşikârdır. Yine kuvvetli bir ihtimalle, bu sahabelerden ve onların evlatlarından, bu savaş yolculukları sırasında pek çok kişi de vefat etmişti. Bu topraklarda hiçbir sahabe mezarı olmasa da, bu bölgelere İslamı yaymak adına türlü zorluklara katlanarak gelen sahabelere karşı bir minnet borcumuz yok mudur? Yüzlerce yıl Osmanlı Devletine payitahtlık etmiş ve yüzlerce yıldır Müslümanların merkezi olmuş İstanbulu sahabeler kuşatmasaydı, sonrakiler bu şehri fethetme idealini benimseyebilirler miydi? Onlar, bu topraklara gelerek kendilerinden sonraki nesiller için yol gösterici birer fener oldular. İslam Dininin ve iman hakikatlerinin bütün dünyaya yayılması gerektiğini, bu kutlu mücadeleleriyle ortaya koydular. Bunu kendilerinden sonrakiler için, yani bizim kurtuluşumuz için yaptılar. Çünkü onlar, bir gün İslam dünyasının bağrından bir Fâtih çıkacağını ve onun kendi izlerini takip edeceğini çok iyi biliyorlardı.

Peki bu insanlara karşı hiç mi minnet borcumuz yoktur? Onların kutlu mücadelelerini neden her zaman hatırlamıyoruz? Neden onların yaşadıkları gibi yaşamıyor da, o kutlu insanların bir ömür mücadele ettikleri Bizansın kötülüklerine, zulümlerine bulanıyoruz. Bandırma, Erdek, Kapıdağ, Edincik gibi yerleşim birimlerinde at koşturan sahabeleri anmanın en doğru yolu, herhalde onlar gibi yaşamaya, kâinatı onlar gibi görmeye çalışmak olmalıdır. Onların yaptığı gibi, kudsi amaçlarımız uğruna kıtalar ötesi yolculuklara çıkabilmesini bilmeliyiz her şeyden önce. Ama öncelikle sahabelerin, ilk Müslümanların bu topraklarda yaşadığını nesillerimize öğretmemiz, her fırsatta hatırlatmamız gerekiyor. Bu vatanın harcının, daha 670li yıllarda, sahabe kanlarının dökülmesiyle birlikte karılmaya başlandığını, Ay Yıldızlı Al Bayrağımızın kırmızısında, sahabelerin kanlarının da parladığını onlara bir şekilde anlatmalıyız. Bunun için bölgedeki belediyelerimize ve vatandaşlarımıza büyük iş düşüyor. Öncelikle, Bandırma, Erdek, Kapıdağ, Edincik, Avşa gibi yerleşim yerlerinde, sahabelerin bu şehirlere adım atışını temsil eden, insanlarımıza her daim bu Peygamber dostlarını hatırlatacak, Makamlar, Mescidler, Kitabeler inşa edilmelidir. Fâtihin yaptığı gibi, bu işin ilk kısmıdır. Bunun ardından topraklarımıza, Peygamberin sevgi ve kardeşlik içerikli öğretileriyle dost olacak, Onun gibi yalan söylemeyecek, zulmetmeyecek, hırsızlık yapmayacak, sevgi dolu yeni bir sahabe nesli teşkil edeceğiz ki, ülkemiz, bölgemiz dünyayı çevreleyen bütün ahlak ve zulüm karanlıklarını aydınlatan bir güneş olsun.

Oğuz DÜZGÜN

KAYNAKLAR:

http://www.planetware.com/bandirma/kyzikos-tr-bl-bakz.htm

http://encyclopedia2.thefreedictionary.com/Kyzikos

http://encyclopedia.farlex.com/Kyzikos

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kizikos

The New Cambridge Medieval History: c. 500-c. 700 / edited by Paul Fouracre

http://siraceh.blogcu.com/sahabi-ve-hadis-rivayetindeki-yeri_47622411.html

http://tayyib41.blogcu.com/medinede-en-son-vefat-eden-sahabe-sehl-bin-sa-d_228405.html
http://groups.google.com.tr/group/tevhid/msg/692f4c999c150b97

http://www.sonpeygamber.info/tr/tr/zamanin-kefeleri/bedevi-cadirindan-bizans-payitahtina.html

http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/akademik34.html

http://www.avsakaanmotel.com/avsa.html (Araplar adası)

http://www.kyzikos.net/kent-hakkinda/tarihce.html
http://www.kyzikos.net/ornekler/ornek-sss-ogesi-2.html

Başa Dön