Müstehcen, Arapça kökenli bir kelime Çirkin ve ayıp anlamına gelen h-c-n kökünden gelen müstehcen kelimesi, ahlâkî açıdan utanç verici fiilleri ifade etmek için kullanılır.
Sanat ve müstehcenliğin bir aradalığına binlerce yıldan beri ortaya konulan sanat eserlerinin varlığıyla, şahit olmaktayız elbette.
Sanatı bir yansıma olarak gören ve hakikatin sanat yoluyla temsil edilebileceğine inanan antik Yunan düşüncesinin müstehcenliğe kapılarını sonuna kadar açtığını görüyoruz.
Kendini bil! düsturunu temele alan Platon ve Aristoteles benzeri erdem filozoflarının ahlak ve erdeme dair vurguları yaşama dairdir ancak çoğunlukla sanatı da ahlaktan azade görmezler.
Platonun o dönemin sanatına kökten bir karşı duruş sergilediğini görmekteyiz. Onun idealar anlayışına göre sanat, insanların kendilerini kandırdığı bir hayal dünyasını doğurmaktadır. Burada Platonun hakikati önemseyen ahlâkî bakışı da göze çarpmaktadır.
Bu dünya, ideaların yansıması olduğu gibi sanat eseri de bir yansıma olan bu dünyanın yansıması, yani kopyanın kopyası olmaktadır. Bu nedenle Platon için sanat, doksalar aleminin daha altında bir değere sahip görünmektedir.
Platon ahlâkî noktada insanları yanlışa yönlendirebilecek mitolojik hikâyelerin, şiirlerin, anlatıların öğrencilerden uzak tutulması gerektiğine inanır.
Aristoteles ise sanatı farklı dünyalar ve güzellikler sunan bir imkân olarak karşılar. Ona göre sanat insanı bilgili kılan bir araçtır.
Sanatın bu didaktik yönü insanı erdemli kılmak için bir araç olarak kullanılabilecektir. Tragedya türüne ayrı bir önem veren Aristoteles, tragedyanın hedefi olarak katharsisi gösterir.
Ona göre katharsis, ahlâkî bakımdan zararlı duyguların ortadan kaldırılmasına vesile olacaktır. Bu noktada Aristoteles, sırf katharsisin imkânı için aşırılığı sergilemenin gerekliliğini düşünür. Bu durum insanın ahlâkî olanın doğruluğunu anlayabilmesi için gereklidir.
Platon ise tragedyanın insanı zayıf düşüreceğine inanır ve bu nedenle onun, daha sonra Aristoteleste görüleceği gibi sanatla ahlakın geliştirileceğine dair bir görüşü savunması düşünülemez.
Ancak bu iki düşünür de erdem düşünürüdür. Onlara göre aklını kullanan insanlar nefislerine sahip olan insanlardır. Onlara göre ahlaklı insanlar, ifrat ve tefritin aşırılıkları yerine ahlâkî ve adil olan orta yolu benimseyeceklerdir.
İslam medeniyetinde ise edebiyat edebden gelmektedir, sanatın Sâni ile irtibatlı oluşu gibi edebiyat da edeple içli dışlıdır.
Müslümanın hayatı edeb çizgisinin sınırlarının dışına çıkamayacağı gibi sanatı da edebe riayet etmek zorundadır ve bu nedenle onun sanatının yazılı ve sözlü kısmına edebiyat denir.
Müslüman sanatkârlar hakikatin temsil edilebileceğine dair Yunânî görüşü de kabul etmezler ve bu nedenle de ebru, hat, tezhib, çini, minyatür benzeri sanat imkanlarını keşfedip geliştirmişlerdir.
Böyle bir Müslüman sanatkârın edebiyat yoluyla edepsizlik yapması yani hakikati olduğu gibi yansıtma iddiasında bulunması ya da müstehcen bir anlatıyı/tasviri ortaya koyması düşünülemez.
O bilir ki bâtıl olanı tasvir ettiğinde o bâtılı deneyimlememiş olanların zihinlerini de kirletecek ve o kötülüğü/ayıbı başka başka insanlara da yayacaktır.
Bugün televizyonda karşımıza çıkan kimi programlar, kimi diziler kadar roman ve hikâye türünde ortaya konulan anlatı biçimlerinde de cinsel vb. ahlaksızlığın (bazen iyi niyetlerle de olsa) tasvir edildiğine sıkça rastlıyoruz.
Aristocu tragedya anlayışına ve hatta antik Yunanın mitolojik anlatılarına dayandırılabilecek bu tercih şu kesindir ki, İslama ve Kurana kesinlikle dayandırılamaz.
Müslüman sanatkâr bâtılı tasvir etmemelidir. Ne sinemada, ne resimde, ne romanda, ne şiirde ve ne de hikâyede edepli olandan taviz vermemelidir. Bu konuda elbette farklı görüşler olabilir.
Ve elbette tarihte kimi büyük Müslüman alimler bile kimi eserlerinde müstehcen sayılabilecek kimi ifadeler, temsiller kullanmışlardır. Ancak genel itibariyle bu kullanımlar metaforik ve simgesel kullanımlardır.
O ifadelerde hakikati olduğu gibi temsil etme iddiasından ziyade, temsilden yola çıkarak hakikati sezdirme arayışı kendisini hissettirir. Bu anlamda müstehcenliği tasvirin niyeti de toptan kötü olarak damgalanamayacak gibi gözükmekte
Evet, tarihsel süreçte yaşananlar her ne olursa olsun İslam budur. İslamın vahiyle belirlenen hudutları vardır. İslamın Hz. Muhammed gibi bir örnekliği vardır.
İslam, zina benzeri eylemleri haram olarak kabul eder ve yasaklar. Babamızın oğlu da olsa bu hakikat tüm Müslümanları bağlayacaktır.
Bu bağlayıcılık, Kantın kategorik buyruğundan türeyen ahlak yasasının herkes için istisnasız genel geçer bir yasa oluşundan daha kesin bir genel geçerliliğe sahip olacaktır elbette.
Hayatı bir bütün olarak kavrayan ve kavratan İslam dini, müstehcenliğin/ahlaksızlığın edebiyat ve sanat yoluyla yayılmasına da karşı olacaktır.
İslam dinini kendi istedikleri gibi değil de, bu din ne ise öylece kabul etmek de Müslümanların asli vazifesidir.
Müslüman sanatçılar da elbette antik Yunanın ya da modernitenin hakikate karşı orantısız şiddet uygulayan sanat anlayışlarını benimsemekle değil, İslamın hassasiyetlerine riayet etmekle yükümlüdür.
Bugüne kadar olan olmuştur. Modern ve seküler düşünceler Müslüman sanatçıları da Hıristiyanları, Budistleri ve diğerlerini ayarttığı gibi yanlışlara sevk etmiştir.
Şimdiden sonra Müslüman sanatçılara düşen nasûh bir tövbe ile tövbe etmek; ortaya koyacakları edepli edebî eserlerle sanat ve edebiyatlarını ebedîleştirmektir.