KIRLANGIÇ HATIRALARI V
BİR ŞAHMARAN HİKAYESİ
rivayet odur ki;
dolananda ay bacayı savuşup
olanda yarı gece
kim göreki şahmaranı ağzında bir topak alevle
ve her kim ki dilek tuta, o dilek gerçekleşmekte
böyle bitirdi bir gece dengbej, bir şahmaran efsanesini,
işte buradan çıktı hikaye
bana yardım edermisin dedi süleyman (mahalle arkadaşlarımdandı) elbette ederdim ve biliyordu bunu.
sonradan gelmişlerdi mahalleye ve her sonda kalan gibi uçtan kulaktan tutunmuştu arkadaşlığımıza , aramızda bazen bir ayrık otu. kabul görmüştü kabul görmesine ya, o alışamamıştı, yada zamana bırakmıştı alışmayı, hep bir yanı yabancı kalmıştı
iki odalı bir evdi oturdukları ,dedesinden kalma. tren geçerdi hemen yanlarından, sarsıntıdan korktuğunu söylemişti birinde, hasta babası yataktan düşer diye.
annesi ve babası bir otobüs kazasından sonra uzun süre hastanede yatmış, anne iyileşmiş, ama baba
bazı geceler telefon etmeye gelirlerdi, gözleri kocaman olmuş, bendini yıkacak sular birikmiş, patladı patlayacak cankurtaran çağırmalıyız derdi sıkılarak ve zorla çıkararak kelimeleri ağzından. cankurtaran gelirdi ,o iğrenç sesi telaşe vermezdi artık mahalleye ,herkes bilirdi ki süleymanın babası
bazen konuşmayı unutuyor, bazen günlerce uyuyor , bazen gülüyor, bazen ağlıyordu. bazende nefes almayı unutuyordu adam .
işten ayırmıştılar , köyden arada bir gelen erzak ve un ve adama bağlanan çok az bir aylık, bu yüzden geçinmek zor olmalı ki ,kaçıp oraya sığınmışlardı istanbuldan
istanbul türkçesi ile konuşurdu, bazı çocuklar onun gibi konuşmaya kalkıyor, konuşamayınca da hırslanıp çocuğa bileniyordu çikolata çocuğu derlerdi o nu alaya alarak ( oysa süleyman çikolatanın tadını çoktan unutmuştu) gerçi bizde dilimizi henüz uyduramamıştık oraya ama olsundu yinede biz kabul ettirmiştik kendimizi. belki yüreğimiz bu yüzden süleymanı daha çok sevmişti, daha çok acımıştı. belki de mülteci çocuk yüreklerinin içgüdüsel dayanışmasıydı.
sen anlatmıştın birinde şahmaranı dedi
(ben anlatmışım. o yalan söylemezdi, mutlaka anlatmışım hırsızlayıp amcamın hikaye torbasındanutandım.)
babamlarla balığa gittiğim bir geceymiş, ben bisikletlerin yanında uyuyormuşum ,bir sesle uyanmışım, mağaradan ışık gelmiş önce ve ardından şahmaran, ağzında alevlerle dolanıp durmuş o anda bir meşin top dilemişim ve bir ot kamyonunun altında can veren o meşin topum oluvermiş ummadık bir yerde ( oysa ben o topu stattan kaçırmıştım)
yarın akşam şahmaran ı görmeye gidelim dedi, sustum ve susmalarım hep kabulüm olmuştur benim.
uyuyamadım, bir yalan nelere mal olmuştu? gece yarı, şehrin dışı , bir mağara önü ve iki çocuk ve karanlık ve korku her şey tamamda ya şahmaran, onu nereden bulurdum ki?
yok yok itiraf etmeliydim yok öyle bir şey, ben sadece kapıp kaçtığım bir topu karıştırıp amcamın hikayesiyle size yalan söyledim ve şahmaran ı örttüm hırsızlığımın üzerine deseydim eğer? en güvendiği bendim sarsılırmıydı? benden başka kimsesi yoktu. itiraf daha zordu.
birkaç çocuk daha bulmalıydım en azından ve her zaman çıkmayabilirdi şahmaran, gönlü olsundu kardeşimin.
uyuyamadım, kardeşimde uyuyamamış olmalıki ,sabah güneşle beraber vurdu camına penceremizin, iki elini siper edip cama, içeri bakan ve çok nadir gülümseyen bir yüz.
o gülerken ben utanıyordum
kahvaltıyı ağırdan aldım sanki ben yavaşlarsam eğer zamanda yavaşlayacaktı ve gece yarı hiç olmayacaktı.
her zaman kızarak söylenerek sofraya oturttuğumuz süleyman hiç çağrısız oturdu sofraya , sarhoş gibiydi sevincinden. bu gün şahmaran ı görmeye gideceğiz hala dedi anneme, içimden geçirdim ki ne şahmaran ı , nerede göreceksiniz, ne zaman göreceksiniz? diye sorsaydı keşke. iyi diyerek geçiştirdi annem, o saatlerde babamdan başkasıyla ilgilenmezdi, galiba o yüzden sormadı.
hastalanabilirdim, yağmur yağabilirdi, dedemlerin ota yangın düşebilirdi ama hiç biri olmadı. sokağa çıkarken aklımda bin bir düşünce ve çıkmazdaydım, ya çocuklar gelmezse? o daha kötü. amcamda tam şahmaran anlatacak geceyi bulmuştu sanki!
okulun bahçesine birer ikişer geldi çocuklar, nasıl anlatılırdıki?
şahmaran ı görmeye gideceğiz dedim toplayıp tüm cesaretimi ve ses tonumu yalanımı bastırırcasına artırarak herkes bir dilek tutsun bu gece çocuklarda dilek mi yok ve hayâllerin yıldızlardan çok olduğu çağımızdı.
akşam gidecektik, köprüde oturma bahanesiyle toplanacaktık.
saatler su gibi geçti, güneş kayboluyordu dağların ucundan ve toplanıp gidiyordu yarına doğru. gölgemden daha yakındı bana gün boyu, sanki ayrılıp kaçacakmışım, bir daha bulunmayacakmışım. son umut gibi sarılmıştı süleyman.
tren yolu boyunca gidecektik, büyük köprüyü geçip, biraz lojmanların salıncaklarında sallanacaktık, sonra cin köprüsünün altından dönüp tayyare meydanının yanından aşağı, nehre doğru inecektik.
arada bir tayyarelerin inip kalktığı bir tayyare meydanı vardı , uzunca bir düzlüktü, onun uç tarafında , birden aşağı doğru kırılmıştı düzlük. alt tarafında bir mağara vardı yüzü nehre bakan. işte ben orada görmüşüm şahmaran ı
beş çocuktuk ve yaklaştıkça oraya, bir birimize biraz daha sokulan.
herkesin bir dileği vardı ; birinin bisiklet, birinin beşiktaş forması, birinin bir meşin top. süleyman anlatmıyordu, ben dileğimi erkene almıştım ; bir şahmaran diliyordum.
bir dere karışırdı nehre, kenarında tepecikler vardı, arka tarafı sazlık. bura olsun diye karar verdik, daha da yakınlaştık, sazlıkların dibine sokulup oturduk, tam karşımızdaydı mağara, kocaman siyah ağzını açmış bir canavar gibiydi
kendi nefesimizden korkuyorduk, susmuştuk zaman geçtikçe çıkmayacak diyordu ağlamaklı, yavaş bir sesle süleyman. utanıyordum
artık yavaş seslerle konuşmalar başlamıştı ve merak, ve ev halkı henüz erken, zamanı var daha, az kaldı dedim arkadaşlara...
uzaklardan suya inen koyunların gürültüsü ve köpek seslerine karışmış çan sesleri duyuluyordu.
elimi sırtına koyduğumda terden sırılsıklamdı, üzüldüm
birden kırmızı ışıklar doldu içine mağaranın sonra geceyi boyadı kırmızı parlak renkler.
bir cankurtarana koyup götürüyordular babasını. gördümgördüm diye bağırdım, onlar görmemişlerdi ve her kes göremezdi şahmaranı, böyle demişti amcam.
nerede?? diye sordular.
mağaranın üstündeydi ağzında topak topak alevlerle içeri girdi dedim.
görmemiştiler,ben bir kez daha yalancı
"ne kadarda şanslıymışım?" böyle dedi üçü. süleyman suskun,küskün. sanki ben, onun şahmaran ını almışımda
ne diledin dediler, söylemem dedim yalanımı bir kez daha katlayarak.
artık sık sık geleceğiz taa ki bizde görünceye kadar , olur dedim.
...
onları evlerinin önünde bıraktık, ikimiz eve doğru inerken ne dilemiştin? diye sordu bana babanın iyileşmesini diledim ben
niye? dedien sevdiğim arkadaşım sensin dedim
ağlıyordu biliyor musun bende babam iyileşsin dilemiştim,ama ben göremedim sen gördünolsun iyileşir değimli babam ?
.iyileşir süleyman
artık gülüyordu ,daha da samimi oldu, daha da kaynaştı herkesle.
...
bir gece yine cankurtaran çağırdılar.
can kurtaran babasını almadan döndü bu kez,
bir daha onlara gelmeyecekti, bir daha o siren çaldığında süleyman ları hatırlamayacaktı kimse
sustu, küstü, konuşmadı kimseyle.
dayısı geldi ,bunu ve annesini alıp istanbul a dönüyordular.
son kez yanıma geldi, gözlerimin içini delercesine baktı.
son kez konuştu yalancısın sen!" dedi derin bir iç çekti, gözlerindeki yaşlara daha fazla hakim olamadı, hıçkırarak devam etti "televizyon dilemişsin!
sedef kakmalı bıçağıydı amcamın
dilime sapladığım yalan
yeşil pullu şahmaran;
yılana tapınan birinin çizdiği bir resim,
ve çocukların gece masallarından
bir umuttu kaf dağının ardında...
artık ne zaman yalan söylemeye kalksam bir çift yaşlı süleyman gözü göğsüme göğsüme yumruklar.
asi & mavi