Chaplinin Büyük Diktatör filmini izleyenlerin anımsayacağı iki can alıcı sahne vardır. Tomania diktatörü Adenoid Hynkelin balonla oynarken dans edişin hissettirdiği haz duygusunun yüzüne yansıdığı sahne ki balon daha sonra elinde patlayacaktır-, diğeri de; bir kaybediş trajedisini umut vaad eden bir çağrıya dönüştürdüğü son perdedeki sesleniş konuşması.
Uzun zamanın ardından bir kez daha izlemenin akılda doğurduğu soruların birbiri ardına ortaya çıkıp sonrada bir karnaval geçişi sergileyişi beni klavye başına oturttu. Tıpkı günün çoğu zamanını şu an benim yaptığıma benzer biçimde geçiren klavyeşörler gibi
Zamanın göreli uzamında, sanki hiç var olmamış ya da yok olmayacakmış gibi bir rahatlıkla klavye tuşlarına basarak tüketilmeye devam eden hayatın/hayatımızın doğadan ve ona uyumlu yaşamaktan ne kadar uzaklaştırdığının kaçımız farkındayız? Hep merak etmişimdir. Ya adına bilgisayar denilen mucizevi makine, ya da ondan daha da inanılmaz bir buluş olan elimizdeki akıllı telefonun tuşunda, sürekli bir şeyleri beğenip yorumladığımız veya yazışarak konuştuğumuz... Şaka gibi ama bazen bir adım daha ileri gidip yanılgı girdabının içine düştüğümüzün farkında olmaktan bihaber yeni dünyalar kurmaya çalıştığımız bu ortam, insanın yalnızlaştığı ve yabancılaştığı kaotik bir sahneye dönüşmüş durumda. Shakespearein ünlü, Dünya Bir Oyun Sahnesidir şiirinin ilk dizeleri geliveriyor aklıma birdenbire, sanki dalga geçercesine. Bütün dünya bir sahnedir. Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu Girerler ve çıkarlar Bir kişi bir çok rolü birden oynar.
Mekanların, akışkan olmaktan çok dalgalarla hareket eden zamanın hangi noktasında durulup bakıldığı önemsizleşmiş, insanın insanı arayış öyküsünde... Dünyanın koca bir sahne gibi algılanışı sadece ortam değiştirip, aynı kalmış özünde. Hemen herkes; yeni ülkeler kurup sistem değiştirilmesine katkıda bulunuyor. Ve gerçekten hemen herkes hem de her gün bir fikrin ortaya atılıp ertesi gün unutulduğu, kişilerin var olmaktan ziyade görüntülere hapsolduğu, ses tınılarının klavye tuşunun didaktik tik, taklarına kurban edildiği, var olmaktan ziyade var edilmeye çalışılan bir dünyanın parçası olmuş çoktan. Tıpkı Chaplinin o kült filmin son sahnesindeki seslenişindeki gibi; Çok fazla düşünüyoruz ama çok az hissediyoruz. İyiliğe, anlayışa muhtacız. Bu değerler olmadan hayat korkunç olur. Olmuş da.
Çok düşünmekten düşünmemeye bir kaçışa dönüşmüş sosyal paylaşım sitelerindeki yarenlik. Konuşmaktan ziyade, yazılır olmuş. Düşünmek yerine düşünmez olunca insan; hislerde yitip gitmiş. Çoğu seçicilikten uzak kopyalayıp yapıştırılan iletilerden sıkıldıkça, bir iki satır yazarak paylaşılmış duygular. Yazılanların çoğunun kime ait olduğu not düşülmemiş altına. Bu pek de umursanmamış, sanal ortam herkese ait, bireysel yaratının fazlaca bir önemi yok.
Bireysel yaratının önemsenmeyip insanın kimliksizleştirildiği, modern köleler haline getirilişin hız kazandığı neredeyse tek tipe indirgenip makineleştirilmek istendiği bir dönem yaşadığımız çağ. Mitolojinin vazgeçilmez figürü ağzından ateş çıkan ejder misali hepimizi yutmaya çalışan bu sistemde nefes almaya çalışıyoruz.
Düşüncelerimdeki hareketlilik Venedik Karnavalında yürüyenler benzeri kostümler giymiş gibi dans ediyorlar artık. Birden bir başka kült filmin sahnesi geliyor gözümün önüne, istemdışı. Görsel hafızamın bir başka oyunu sanki. Fritz Langın Metropolisi Düzgün sıra olmuş, bir örnek kıyafetleriyle uygun adım ilerleyen insanlar. Yüzeler donuk ve ifadesiz. Venedik Karnavalındaki maskelerin renklillikleri bile aranıyor bu sahnede. Hiç değilse onlarda ruhtan bir iz var. Çünkü özgün ve tek her biri.
Özgün ve tek olabilmek. Kimsenin kimseye benzemediğini bilmek. Bireysel farklılıkların yaratıcılık sınırları zorlanarak taçlandırılmasını önemseyip kendimize sahip çıkmak. Biraz gülmece biraz yüzleşme ile geçen hayatta, klavyelerin ardına gizlenmiş insan öykülerinin sanal görünmesine rağmen bunun bir yanılsama olduğunu onların gerçekliğini unutmamak. Dalga geçerken yaşamın sunduklarıyla, aynı zamanda da keyfini çıkarmak. Ve elbette doğru olmak, olanın dışında görünme çabasına girmemek. Bir noktada takılıp kalmamak, yabancılaşmamak, ötekileşmemek/tirmemek ekranların ardında, klavyenin tuşunda. Gülmece ustalarının ince hicvine kulak kabartmak, göz süzmek. Adenoid Hynkelin filmin son sahnesindeki trajik konuşmasının bir benzerini yapmamak günün sonunda.
O yüzden; bir yanım hep Chaplin ve o beni hep çok sevdim.
Özlem Salman
Kıbrıs, 08/05/2012