MEYDAN-I SİYASET USTALARI/ CELLAT KARA ALİ
İstanbul’un fethinden önce ölüm cezaları, boy beyi tarafından suçlunun başının kılıçla gövdesinden ayrılması veya okla öldürülmesi şeklindeydi. II. Murad devrinde ele geçirilen Düzmece Mustafa, payitaht Edirne’de hisar burcuna asılarak idam edildi. Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fethinden hemen sonra Vezir-i Azam Karamani Mehmed Paşanın emrine beş cellat verdi. Bu cellatlara falaka ve değnek temin edilmiş, onlar İstanbul’da dolaşmaya ve suçluları cezalandırmaya başlamışlardı.
İstanbul’da şehrin asayişinden sorumlu subaşıların emrinde, eli kırbaçlı cellatlar bulunurdu. Bu cellatlar idam mahkumlarını, kadının izni doğrultusunda infaz ederlerdi. Cellatbaşı ve cellatlar bostancılara bağlıydı. Onlar Topkapı Sarayı’nda padişahın huzuruna çıkılan birinci ve ikinci avlu arasındaki kapıda beklerlerdi. İnfazına hükmedilen devlet adamlarının kaçmalarını engellemek için alınmış bir tedbirdi bu.
Meydan-ı Siyaset Ustaları şeklinde kendilerinden bahsedilen cellatların sayısı 17. asırda yetmiş kişiden ibaretti. İdamına hükmedilen önemli bir şahıssa, bostancıbaşı bu sırada mutlaka idam edilecek kişinin yanında bulunurdu. Cellatbaşı, güvendiği bir veya daha fazla celladı yanına alıp infazı gerçekleştirirdi.
Cellatların en belirgin özelliği sağır ve dilsiz olmalarıyd. Onların sağır ve dilsiz olmaları infaz edilecek kişiyle irtibata geçmesini önlemeye yönelik alınmış bir tedbirdi. İdam mahkûmları cellatlara çuvallar dolusu altın bahşetseler bile, bunu duyamayan cellatlar için söylenenlerin bir ehemmiyeti olmazdı.
Cellatlara ödenen ücrete ’celladiyye’ veya cellatlık adı verilirdi. Aralarında pişmanlık duyarak tövbe edenler ve köşesine çekilenler de bulunurdu. İnfazın sonunda kendilerine bir miktar bahşiş de verilirdi.
Cellatları muharebe alanlarında da görmekteyiz. Kuyucu Murad Paşa Anadolu’da isyan eden Canbolatoğlu’nu hezimete uğratmıştı. Ele geçirilen yirmi bin civarındaki savaş esiri, yirmi cellat tarafından başları gövdelerinden ayrılmak suretiyle infaz edilmişlerdi. Osmanlı Tarihinin en ünlü celladı Kara Ali, Sultan Dördüncü Murad’ın emrindeki cellattı. Cellat Kara Ali, Sultan. İbrahim’in canına kıyan cellat olarak bilinir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Kara Ali’den şöyle bahsediliyordu:
Kara Ali, işkence aletlerini kemerine bağlamıştı. İnfazına hükmolunan suçluların el ve ayaklarını kıracak baltaları, kemerinin iki yanına sıkıştırmıştı. Aynı şekilde kuşanan yamaklarıyla birlikte etrafta kurumlanarak dolaşırdı. Ne onun ne de yamaklarının yüzünde nurdan eser yoktu. Kara Ali, iri ve kaslıydı. Kollarını sıvamış, kılıcını kuşanmıştı. Kemerinde çiviler, burgular, kerpeten, sıntıraş (deri yüzmede kullanılırdı). zehirli göz milleri, ustura, cımbız, malafa, el ayak kırma baltası, yağlı kement vs. bulunurdu. Yamakları ile dolaşırdı onlar da kemerlerinde bunlara benzer aletler taşırlardı. Ne Kara Alinin ne de yamaklarının yüzünde en ufak bir tebessüm belirtisi bile göze çarpmazdı.
Cellat Kara Ali’den, devrik Sultan İbrahim’in infaz edilmesi istendiğinde, o verilen emri yerine getirmek istememişti. Kendisi zor kullanılarak velinimetinin huzuruna çıkarıldığında içi kan ağlayarak o bahtsızı kementle boğarak infazını gerçekleştirmişti. Bu Kara Ali’nin son görevi olmuştu. O gözleri yaşlı, yaptıklarına bin pişman hacca gitmiş, bir daha da bu işlere bulaşmamıştı. Kara Ali’den sonra Hammal Ali onun yerini almıştı. Hammal Ali, Kara Ali’nin yamağıydı.
Devrik Sultan Genç Osman’ın katledilme emrini veren Davud Paşa’nın infazını gerçekleştiren Usta Süleyman da yaptığı hizmetle milletin hafızasına kazınan bir diğer isim olmuştu.
Cellatlar, infaz edilen kişilerin üzerinde ne varsa toplar, bunları satarlardı. Elde edilen gelir cellatlara aitti. İstanbul halkından ayrı, kendileri için Eyüp’de (Eyüp Sultan Mezarlığı) oluşturulan cellat mezarlığına gömülürlerdi. Onlara ait mezar taşları, bilinen mezar taşlarından daha uzundu. Üzerlerinde herhangi bir işaret ve isim bulunmaz. Mezar taşları kaderin bir cilvesi gibi, bu adamlar gibi adeta kör, sağır ve dilsizdir.
(NOT: Kısa bir süre sonra çıkacak olan son romanım PARALEL EVRENLERİN SAVAŞI isimli tarihi/fantastik/mitolojik türdeki romanımdan alıntıdır.)