Kadın ve adam tüketti bir aşka dair yaşanabilecek ne varsa...
Kadın ve adam direnmeyecekler artık sonbahara... Yaprakların sararmasına aldırış etmeden yürüyecekler yollarda. Ayrı yollarda aynı geceye gidecekler belki ama nutku tutulacak geveze cücelerin. Ne kadın ne de adam tansiyon yükselten, yüksek yankılı sözler söylenmeyecekler.
Kadın biliyordu, başka adamlar terine karışsa da, solukları uçuşsa da aynı odada bir daha hiç masum olmayacak hiçbir aynanın karşısında. Kadının, özneleri yerinde olan hiçbir cümle yüklemine kavuşamayacak. Kadın özneleri için devrik tümceler kurmaya da çalışmayacak. Kadın ve adam gibi özne ve yükleme de yasak edilecek tüm sevişmeler.
Adam uzun bir yolun başında bekleyecek kadını. Girdaplarına kapılmayacak var olma düşüncesi bile kalp atışlarını hızlandıran suların. Kahrolan bir onsuzluk karşılayacak adamı kapıyı her açışında. Bunun için anahtara kızacak belki, yada boş odalara, soğuk duvarlara… Ana avrat küfredecek sabahlara… Adamı aynada mutsuz bir yüz karşılayacak her gündoğumunda ve her gece kavga edecek yorganla. ‘Bir kadının gidişi eril bir hayattan neyi eksiltebilir ki…’ diye soracak dört yanını çeviren karanlığı küçümseyerek… Önce tanığı olacak kendinin ve yılan dilli gerçekler ısıracak her yerini, sonra avukatı olup savunacak tüm günahlarını ve ardından en kötü zaman gelecek yani yargıç olup, duymak istemediği sözleri söylemek zorunda kaldığı an… Eğer biraz cesursa dinleyip kendi yargıcını, kabul edecek suçunu ve mahkum edecek kendini… yada vicdanının azap içinde yanmasına izin vermeden, kaçacak kendi mahkemesinden.
Kadın çıplak ayaklarıyla delerek, yağmalayarak geçecek her gece büyük aşkların meyanından. Gazi düşecek tüm sevinçler, fotoğraflarda bile gülmeyecek hiçbir yüz. Biraz şanslıysa kadın usulca, ılık bir yağmur karanlık geceyi geçerek damla damla düşecek ayak izlerinin geride bıraktığı çukurlara.
Kadın giderken beklentileri götürecek yanında, şivekar geceler saklanacak valizine, gölgesi ab-ı hayat olmayacak ölü taşlara, perdeler uçuşurken meşk etmeyecek ev kadının kokusuyla ve adam bunların hepsine çoktan yok olmuş bir kalple göğüs gerecek, özlemek bir yana üzülmeyecek bile… Düşeş gelse de tavlada zarlar, düşeş gelmeyecek başka kalp atışları bertaraf edilmiş hayatlarda.
Söz anılardan açılmasa da cesaret veren, darmadağın eden aforizmalar duyulacak yine dost sohbetlerinde… Dostlar yoldaş olmasa da hiçbir iç yangına, birlikte gülecek, yalnız ağlayacaklar en ıssız gece saatlerinde. Sığınacak bir yer olmadan, geri dönme olasılığı gayri resmi bir çare gibiyken, düşler yine sokaklarda herkesle yürüyüp, teker teker terk edilip aynı sona varacaklar, hiç kimsesizliğe.
Kadının adli kayıtlara yansıyan isminin hemen altında Türkçe’nin en kötü cümleleri anlatacak büyük bir seremoni eşliğinde kestiği bileklerini. Adli rapor ‘şahıs evinin banyosunda bileklerini kesmek suretiyle intihar etmiştir.’ diyerek dosyayı kapatacak. Bu cümleden sonra hiçbir insan kalbi farkına varmayacak bir ayrılığın ardından intiharın ruhu benden ayırma töreni olduğunu ve en az aşk kadar hak etmesi gerektiğini güzel bir şiiri…
Adam ise şimdiye kadar hiç, intihara ithaf edilmiş güzel bir şiir okumadığından belki son anda vazgeçecek kadının ‘hoş geldin’ dediği sondan… ve öksüz kalmasın diye kısa bir şiirle ödüllendirecek kadının senfonisini, onun kadar cesur olamadığına kızarak…
‘sadakatimi hiçe saydığım bir yatak
sebep olur mu
makber kadar sessiz gidişine
sonu olmayan bir gece
yada
sonunu beyaz ellerinle hazırladığın
saatlerin fani aşkları vurduğu bir gece
ecel midir seni çağıran
yoksa
ben miyim şerbetini tatmaktan aciz
aşkın çirkin müsveddesi…’