Yabancı
Gülleri aldığını çiçekçiye telefon ederek öğrendim, hatta gelen çocuğu bayağı sorgulamış, benim tarifimi istemiş ve gülümsemiş.
ERDEN ERKİN
Gülleri aldığını çiçekçiye telefon ederek öğrendim, hatta gelen çocuğu bayağı sorgulamış, benim tarifimi istemiş ve gülümsemiş.
ERDEN ERKİN
Erkeğin ölümüyle kaldırdılar sobayı. Doğal gaz döşediler. Odun sobası başka bir evde tekrar açtı gözlerini
Beklemek aşkın ölümüdür...
Ölüm aşkı beklemektir...
Aşk ölümü beklemektir...
Aşk, ölüm ve beklemek tek kişiliktir...
"...İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Sanki her şey olabilirdim. Bürokrat, gazeteci, yazar, başbakan... Hatta element bile olabilirdim kendimi gömerek toprağa ya da suya. Hava olabilirdim kendimi bırakarak boşluğa. Ateş olmayı pek istemiyordum açıkçası. Sonra bir sabah uyandım ve olmamam gereken bir şey olduğumu fark ettim. Âşık olmuştum..."
Ah Fikri, hiç vazgeçmeyen, müzmin talip. Defalarca ertelediği, reddettiği, terslediği Fikri. Ama aynı zamanda belki o da vardır diye derslerini kütüphanede çalıştığı, onun sınıfından kızlarla sırf o sınıftan diye selamlaştığı, babasından gayri doğum gününü bildiği ama hiç kutlamadığı tek erkek olan Fikri. Sevmişti Fikriyi lakin hazır değildi buna.
Tanrı niye yarattı geceyi? Tüm pisliklerimizi gizlemek için. Aramızda günahlarımızı öbür dünyada ispiyonlayacak olan varsa hemen, şu anda bu masayı terk etsin.
Bir ağustos gününün sabahında, Eminönü rıhtımında sekiz yıl sonra iki arkadaş buluştu. Sabahın ilk saatlerinde görüşüp ayaküstü ikişer balık ve birer bardak şalgam içip Kadıköy vapuruna bindiler. Biri Gebze’nin ünlü şoförlerinden Fehmi Taşyürek’ti. Diğeri yaşadığı memlekette adı sanı pek duyulmayan sıradan bir Türkçe öğretmeniydi.
Yaklaşık yarım paket kağıt mendil, minik şişesindeki açık parfüm, işporta ürünü olduğunu haykıran bir cüzdan, sayması bile can sıkan bozuk paralar,şeker... “şeker mi?!?” dedi, hayretle.
Elini hayatından çektiği anda karşısında gördüğü Serpil onu seviyor muydu?
Boyoz, bira, deniz, Serpil ve Mualla... Onu kim seviyordu? Ya da o kimi seviyordu?
Söz her zaman günahsiz ve her zaman dogrudur.
Söz dilin altindan cikis aninda, doganin bagrindan fiskiran bir kaynak kadar ari ve dogaldir.
Simdi sözün sevabina inanarak dilin günahini cekmek zamani gelmisti.
Karanlık, güneşin batmasını nasıl evecenlikle beklerse, biz de onun gelmesini aynı sabırsızlıkla beklerdik. Yalnız o aralar bu denizin kıyıları, şimdiki gibi utanmaz değildi. Bu sahillerde Tanrı’yı gücendirecek hiç bir şey olmazdı. Sabah yürüyüşü için çıktığınızda geceden kalma sevimsizlikleriyle kondomların denizin yüzeyinde içlerine su alarak şiştiklerine rastlamazdınız. Bunu hatırladığımdan
Cumartesi akşamları aile için önemli bir gündü. O gün sinema makinesi ve ayaklı
perde büyük bir törenle kurulur, aygıt özenle yağlanır, çaylar, kakaolar, elmalı
pastalar, pandispanyalar hazırlanır, bebekliğimizle ilgili veya gezilerde çekilmiş
siyah beyaz filmler ve çizgi filmler seyrederdik.
Annesini uyandırmamak için parmak uçlarında yürürken boy aynasının önünde durup "İşine bak!" dedi gördüğü surete. Gözlerini ovuşturdu. Sabahları kendini çirkin görmeye tahammülü yoktu. "Hiç espriden anlamıyorsun, yine çok ciddisin bakıyorum da." dedi kendine. Gözü; yerde ters dönmüş, siyah ,tüylü terliğe takıldı. Uzun zamandır gözükmüyorlardı ortada.
Oralarda bir yerlerde,
gökkuşağının ötesinde,
yükseklerde çok,
gökleri olan masmavi,
uzak bir ülke var,
Yedi katlı okul binasının en üst katında idi kızlar yatakhanesi. Katta; beşi sağ, beşi solda on tane oda vardı her birinde yirmi-otuz kişinin yattığı. Sol taraftaki odalar okulun bahçesine ve karşı binadaki erkekler yatakhanesine bakıyordu, arada büyük bir bahçe olmasına rağmen kızlar ve erkekler büyük pencereler sayesinde geceleri