Karınca...
Aşk ve hayat içinde bulunduğu ülkenin şeklini alır... İnsan ancak başka bir insan varsa vardır... Bir aşktan iki insanın aynı şeyi anlaması mümkün değildir... Zaman, garip huylu bir hayattır...
Aşk ve hayat içinde bulunduğu ülkenin şeklini alır... İnsan ancak başka bir insan varsa vardır... Bir aşktan iki insanın aynı şeyi anlaması mümkün değildir... Zaman, garip huylu bir hayattır...
Elini hayatından çektiği anda karşısında gördüğü Serpil onu seviyor muydu?
Boyoz, bira, deniz, Serpil ve Mualla... Onu kim seviyordu? Ya da o kimi seviyordu?
Yazarın Zühreye Kanat Çırpmak adlı öyküsü üzerine bir deneme.
Ah Fikri, hiç vazgeçmeyen, müzmin talip. Defalarca ertelediği, reddettiği, terslediği Fikri. Ama aynı zamanda belki o da vardır diye derslerini kütüphanede çalıştığı, onun sınıfından kızlarla sırf o sınıftan diye selamlaştığı, babasından gayri doğum gününü bildiği ama hiç kutlamadığı tek erkek olan Fikri. Sevmişti Fikriyi lakin hazır değildi buna.
Ümit elindeki ruja baktı, rujun kapağını her açtığında söylediği sözleri söyledi mutlu yıllar anne .
Hastane binalarının karanlık koridorları el ele uzanmış mezar taşlarını andırıyordu. Küçücük bedenlere gizlenmiş hastalıklar o koridora girince kafese tıkılmış bir maymunmuşçasına ürkek ve kararsız davranıyordu. Aylarca orada yaşamak zorunda kalan çaresiz çocuklar adeta güneş görmemiş meyveler gibi eksik ve yaralı olarak olgunlaşmak zorunda kalıyordu.
Hikayede babasını erken yaşta kaybetmiş ve annesi ile beraber yaşamakta olan Selahattin ile en yakın arkadaşı Serkan'ın başından geçen trajik-komik olay anlatılmaktadır.
Özetler, bende kusma hissi uyandırmıştır hep, ne aslı ne de asılsızlığı olan bu vurucu timler, hangi teşkilâtın tetiğini düşürüyorsa ortalığı ihanet buluyordu.
Annesini uyandırmamak için parmak uçlarında yürürken boy aynasının önünde durup "İşine bak!" dedi gördüğü surete. Gözlerini ovuşturdu. Sabahları kendini çirkin görmeye tahammülü yoktu. "Hiç espriden anlamıyorsun, yine çok ciddisin bakıyorum da." dedi kendine. Gözü; yerde ters dönmüş, siyah ,tüylü terliğe takıldı. Uzun zamandır gözükmüyorlardı ortada.
Söz her zaman günahsiz ve her zaman dogrudur.
Söz dilin altindan cikis aninda, doganin bagrindan fiskiran bir kaynak kadar ari ve dogaldir.
Simdi sözün sevabina inanarak dilin günahini cekmek zamani gelmisti.
Neydi karın bölgemde kıpırtılı bir heyecan yaşayan. Gözlerimi kapatıp sabah ola hayrola dedim
"...İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Sanki her şey olabilirdim. Bürokrat, gazeteci, yazar, başbakan... Hatta element bile olabilirdim kendimi gömerek toprağa ya da suya. Hava olabilirdim kendimi bırakarak boşluğa. Ateş olmayı pek istemiyordum açıkçası. Sonra bir sabah uyandım ve olmamam gereken bir şey olduğumu fark ettim. Âşık olmuştum..."
Rembrandt’ın derin altuni karanlıklara gömdüğü yüzlerden biriyle karşı karşıyaydın. Öyle sandın; adamın kalıplı, koyu giysiler içinde bakımlı, parlak, cilalı parlak yüzü müydü yoksa seni böyle yanıltan?
""Biz Ortaçağ’da yaşamalıydık!" diye haykırdı.\[Evet evet, belki o zaman “büyücü” diye yakarlardı seni. Kurtulurdum senden! Sünnetli olduğunu söylerdim herkese, engizisyonlarda sürüm sürüm sürünürdün. Ben anneme dedim ama dedim olmaz böyle bu zamanda, bu zamanda olmaz böyle; dedim. Dinletemedim…\] "
Yedi katlı okul binasının en üst katında idi kızlar yatakhanesi. Katta; beşi sağ, beşi solda on tane oda vardı her birinde yirmi-otuz kişinin yattığı. Sol taraftaki odalar okulun bahçesine ve karşı binadaki erkekler yatakhanesine bakıyordu, arada büyük bir bahçe olmasına rağmen kızlar ve erkekler büyük pencereler sayesinde geceleri
Tabutun üstünden ufka, gökyüzünün ve denizin maviyle buluştuğu yere doğru bir şey kanatlanıyordu.. BİR MAVİ KELEBEK…