Yaralı Martı
Martı kurtulmuştu ve benim de nadir bulunan beyaz bir martım olmuştu; adını "YARALI MARTI" koymuştum.
ERDEN ERKİN...
Martı kurtulmuştu ve benim de nadir bulunan beyaz bir martım olmuştu; adını "YARALI MARTI" koymuştum.
ERDEN ERKİN...
Denizle elele verdi, kayıklardan pek çoğunun iplerini kopardı, onları, isteseler de istemeseler de, engin sularda özgürce sürüklenecekleri bitmeyecek bir geziye çıkardı.
Komşu bahçede dut toplayan kızları görünce çok şaşırdım. Hani bahar, geç gelirdi İstanbula! Ama Doğa, bilir işini..ne bir dakika erken gelir, ne bir dakika geç kalır !!!
Üzerine bir yıldırım düşmesi tehlikesi vardı elbette. Ne kadar yükseklere çıkarırsa kafasını bu olasılık da o ölçüde artıyordu. Sonuçta yıldırımın da bir yerlere düşmesi gerek, öyle değil mi? Buna karşı kimsenin elinden bir şey gelmez, ağacın bile.
Beklentileri azaltılmış bir hayat içerisinde tatmin olmak daha kolay olmaz mı?
Bir göl ! Bir göl ki, masmavi... Sanki insan eliyle yapılmış misali; yemyeşil çam ormanının tam da ortasına bırakılmış bir avuç mavi su gibi... Ellerimin arasına alıyorum gölü; sığmıyor, taşıyor avuçlarımdan... Devlerin gözyaşları mavi mi olur ? Bilmiyorum ama; ayağıyla açtığı çukura, avuçlarında biriktirdiği gözyaşlarını usulca bırakan koca
Endüstri toplumları yağmuru sevmez.Bu hastalık bizim topluma da sirayet etti.Ancak bizler hayatımızın en önemli varlık kaynaklarından bu varlığa hem şükran duyduğumuz ve hem de ihtiyacımız olduğundan,ona asla sırt çeviremeyiz.Ancak genç nesil üzerinde bir istatistik yaparsanız hayal kırıklığına uğrarsınız.
Neyi şans sayarsınız bilmem; yağmuru mu yoksa parlak bir güneşi mi ? Bana sorarsanız ; ikisinede şans derim.Diyelimki tercihiniz parlak bir güneş.Ve güneş, koca çam ormanlarının tepesinden sarı ışıklarıyla göz kırpıyor size. Güneşin cazibesine kanıp sizde ona bakıyorsunuz. Utancınızdan pembe pembe oluyorda yanaklarınız, gözlerinizi göle çeviriyorsunuz .Bu kamaşmanın
Kirpiklerinden tırmanan bir su damlası süzülüyor aşağıya, içinde salınan bir dünya, dünyadan evrene savrulan kuş sürüleri yayılıyor içime.
Yine bir şey söyleyemiyor, Yine susuyorum
Şimdi bu sonsuz bahçenin içine birlikte girelim ,görelim neler yaşanılabilir.
Benjaminnin yüzündeki o umutlu gülümseme henüz sönmemişti ki rüzgar yeniden kavradı; silkeledi. Bastığı yerin ayakları altından savrulmasıyla iyice yapıştı bulunduğu dar, sıska dalın ucuna. Kök sapından eğildi, sağa sola sarktı uçuşan başını telaşl
Çiçekler karşıladı bizi tepede. Yol kanarlarına, ağaçları çevreleyen tarhlara dikili; rengarenk, hoş kokulu çiçekler... Ve ağaçlar karşıladı; o, çok yukarlardaki dallarıyla güneşe kafa tutan ağaçlar... Yaşamak için, o muhtaç oldukları güneşe, gölgelerine sığınanlar adına kafa tutan ağaçların altındaki küçük iskemlilere oturduk, bir nefes soluklanmak için. Rüzgarın eteğinde kokularıyla
Ormanlar kralının krallığını elinden aldılar. Rengarenk kanatlı güzellerin hava alanını bozdular. Uzun ağaçların uzun kemiricilerinin boyu kısaldı giderek. Çizgi filmlerde izlediğimiz, ağzını açtığında bir adam yutan göl sakinleri görülemedi bir daha. Yeşilin tonları giderek azaldı...
Bazen herşey bunaltırya insanı işte tam o zamanda ne yapmalı bence.
Geldiğin şehir, geldiğin karmaşa, geldiğin yalnızlık arkanda kalıyor. Çok gerilerde bir yerde... Adını bile anımsayamadığın bir ülkede kalıyor anlamsız iç savaşların.