Damlacık

Ruhsuz bir topraktan başka bir şey değildi ya da topraksız bir ruh. Ne fark eder? Ya beden ya can. İkisinden biri eksikti işte.

yazı resimYZ

Gözleri baktığını sandığı noktaya kenetlenmişti. Duyduğu son kelimeleri canlandırıyordu orada. Refleksleri işlemez durumda olduğundan gözlerini kırpamıyordu bile. Ruhsuz bir topraktan başka bir şey değildi ya da topraksız bir ruh. Ne fark eder? Ya beden ya can. İkisinden biri eksikti işte. Ne yaptığını kendisi de bilmez durumda sadece yürüyordu. Evet, gözleri... Gözleri doluyordu. Ne yapacaktı şimdi, ya ağlayamazsa? Bir damla yaş süzülmüştü gözlerinden. Yalnızca bir damla. Zayıf ve çelimsizdi. Biraz da çare-siz.
Çok şey ifade ediyordu yanaklarında açan bu küçük çiçek. Ne olduğuna kendisi de karar verememişti. Engin bir denize benziyordu. İçindeki akıntıları temsilen taşmıştı dışarıya. Aslında pek akıntı denilemezdi ya bu bocalamaya. Olsa olsa tsunamiydi! Gelgitler yaşıyordu ara sıra, bazen de sık. Keşke gitseydi, bir daha da hiç gelmeseydi.
Denizlere veda etmişti. Gökyüzündeydi. Küçük damla bu sefer kocaman bir yıldız olmuştu. Çünkü etrafında damladan başka parlayan tek şey yıldızlardı. En çok da ku-tup yıldızı. O da gökteki tüm yıldızları temsil ediyordu. Ama o kadar uzakta olmamalıydı aradığı şey. Yakınlarda, daha yakınlarda bir yerlerde, bir şeylerde bulmalıydı onu. Aksi takdirde sonsuzlukta boğulması an meselesiydi.
Arayışının cevabını renklerde bulmayı denedi. İlk aradığı renk siyahtı. Durmadan içine çekiyordu kendisini. Hayır! Siyah olamazdı, gözyaşına göre fazla kesifti o. Her şeyin üzerine kilitler vurmuş adeta gizliyordu. Daha objektif olmalıydı. O zaman aradığı renk beyazdı. Çünkü masumdu. Görünmesi gereken ne varsa işte oradaydı, görünmemesi gerekenler bile... Fakat bu renk de olamazdı. Bu tertemiz rengi gözyaşıyla bulandıramazdı. Başka bir renk olmalıydı. Galiba maviyi seçmişti kendisine. Ne kirli ne temiz, sisli ve belirsiz.
Belki o süzülen sakin damla bir yürek sızısıydı. Gönül yarasının kadim dostu acıydı. Anne mi baba mı, eş mi dost mu, sıla mı, gurbet mi? Değildi, böylesi bir şey değildi. Ne fark ederdi ki? Ateş gibiydi ve düştüğü yeri yakıyordu. Mutluluk muydu? Asla! “Mutluluktan ağlamak...” düşünmesi bile güzeldi ama maalesef bu sefer alevler gül bahçesine dönüşmedi. Sevinç ihtimalini elemişti, elde vardı hüzün.
Ama başka bir şey olmalıydı. Bu çaresiz damlayı tekrar hüzünle bağdaştırmamalıydı. Hep aynı sonuca varıyordu. Bıkmıştı, monotonluktu bu! Düşünmeliydi. Başka şeyler yakıştırmalıydı sevimsiz küçük damlacığa. En iyisi ona “bir lahza” demeliydi. Tüm düşüncelerini içine alan küçük bir lahza. Gözleri ve çenesi arasındaki zaman. Durup durup tekrarlanan bir ân.
Bu kez sebepsiz beğenmemişti taktığı yeni ismi. İçinden bir sezi başka bir isim olmalı diyordu. Biraz gerçekçi olmalıydı. Nihayet bulmuştu. Onun adı gözyaşı olmalıydı. Sonbahar yaprakları gibi dökülen, sonra ilkbaharda yeniden canlanan tomurcuklar misali. Artık bulmuştu ismini. Canının cananıydı, gözünün yaşı. Bir damla gözyaşıydı.
Ama olamaz!
Ağlayamamıştı dilediği gibi. Feryat figan etmek is-tiyordu gönlü, olmamıştı. Yine de mutlu olmaya çalışıyordu. Çünkü küçük damlacığa bir isim bulmuştu:
Gözyaşı...

Yorumlar

Başa Dön