Dedem Düşlerime Giriyor

Hayallerimizi aldılar. Hiç değilse düşlerimizi, kişiliklerimizi, kırıntıları kalmış özgürlüğümüzü almalarına #HAYIR DİYELİM Mİ?

yazı resimYZ

Sevgili okurlar! Tekrar merhaba!

Bu yazı, hüzünlü bir dertleşme öyküsüdür.

29 Kasım 2016da şu notu düşerek Facebookta profilimi karartmıştım.

Karanlıktayım, karanlıktasın, KARANLIKTAYIZ?
Ancak demokratik güçlerin birliğinin sağlanmasına dair ufak bir ışık görene değin karanlıktayım.

Şimdi, sosyal medyada profil ve kapaklarda #HAYIR ı vurgulama eylemine çok farklı ideolojik görüşe sahip kişilerin katılımı fikrimi değiştirdi.
Beceriksizlik, gizli-pazarlık ya da başka nedenlerle muhalefet gibi muhalefet yapmayan, yapamayan büyüklü küçüklü, örgütlü örgütsüz güçlerin, hiç değilse sosyal medyada topluca aynı hedefte kıpırdanır oluşu, pek ihtiyaç duyduğum bir UMUT doğurdu.

Anlayacağınız, kepenekli kocaman bir çobanın güttüğü, EYYY! ünlemiyle sürüyü uçuruma doğru hızla koşturan kösemenin sürüsünün dışında kalan başka sürülerin, köşede bucakta yapayalnız kalmışların artık tek bir sürüye dönüşme eğiliminde olduğunu, uçuruma götürmeyecek bir kösemenler birliği arayışı içinde olduklarını düşündüm.
İkilem şöyleydi: Ya o lanet çobanın emrinde EYYY! li kösemenin sürüsüyle birlikte uçuruma yuvarlanacağız ya da hepimizi tek tek kurtlar kapacak. Kırk katır mı, kırk satır mı?

Bu çoban, sürü, kösemen konularına yıllardır öyle kafamı takmışım ki düşlerime girer olmuştu. Hatta ilk yazılarımdan birini Yoksa Biz Sürü müyüz? başlığıyla yayınlamıştım. Artık sinirlerim iyice bozulmuş, haber dinleyemez, okuyup, yazamaz olmuştum. Bu duruma gelmemde yaşamın kişisel olarak bana dayattığı başka zorlukların, acıların da rolü vardı elbette. Hepsi bir araya gelince yaşam, iyice dayanılmaz oldu.
İnsan yedisinde neyse yetmişinde de oymuş sözü doğru sanırım. İflah olmaz devrimci inadımla yeni yeni ayaklanıyor, #HAYIR, böyle yaşayamazsın, tekrar dirilmenin yolunu bulmalı, ayakta ölmelisin diyorum.
.

Benim hiç göremediğim bir dedem var. Babamın babası. Fotoğrafı evimin başköşesindedir. Hakkında bütün bildiklerim ise çocukken babamdan, halamdan dinlediklerimdir. Bir de yaşadığı döneme ait okumalarımdan elde ettiğim, anlatılanları doğrulayan bilgiler var.
Yiğitliğini örnek aldığım, hiç görmediğim dedeciğim, işte bu günlerde düşümde ziyaretime geldi. Şaşırdım kaldım. Şaşkınlığımı çabucak atlatıp kucağına boynuna sarıldım. Sevdi, okşadı, ailesinden yaşayanları sordu, memleketin halini sordu, anlattım, dinledi, dinledi. İzlediğini, çok üzüldüğünü söyledi. Evladım #HAYIR lı akşamlar, #HAYIR lı sabahlar vb deyin ki #HAYIR lara vesile olur belki. dedi, saçımı okşayıp gitti.

Ben de Deneyelim bakalım, diğer büyüklü küçüklü sürüler, tek tek köşesinde yaşayan koyunlar bir araya gelip de aklı başında bir kösemenler birliği oluşturabilecek miyiz, yoksa Umut fakirin ekmeği ye memed ye mi diyeceğiz yine? dieyip Facebook ve Twetterda profil ve kapak fotoğraflarımı #HAYIR a çevirmekle ayağa kalkmaya çalıştım. Arkadaşlarıma da duyurdum.

Sağolsunlar var olsunlar, arkadaşlarım ilgilendi. Kimi zaten bir yerlerden duymuş olmali ki bu değişiklikleri yapmıştı, kimileri de bizlere katıldı. Ne de olsa aklın birdir, değil mi?

Kabahat bende. Konuşmalarımızın tümünü aktaramadığımdan arkadaşlarım bu söylemi dillerine doladı. Sosyal medyada uzun yazsan okunmaz ki Yaptığım hatayı anladım ama ayıp olmasın diye ben de onları aynı söylemle yanıtladım.

Dikkatle izlemiş olmalı, dün gece dedeciğim yine geldi girdi düşüme.
Evladım, dün akşam yazdığın #HAYIR lı akşamlar, #HAYIR lı sabahlar vb deyin ki #HAYIR lara vesile olur belki dediysem, bunu örnek olsun diye söyledim. Ne de olsa eski zamanların insanıyım.
Şöyle yapacaksınız dedi bu kez: Ahval-i şeriatınız pek vahim. #HAYIR ı bu şekilde (diyezli, besteli) yani farklı biçimde yazın. Kim yaparsa yapsın her yanlışı gördüğünüzde, kim söylerse söylesin her yalanı duyduğunuzda #HAYIR deyin, ayağa kalkın da cümle alem duysun, Bakın şunlara unuttukları bu itiraz sözcüğünü hatırlamışlar desinler istedim.
Sen de arkadaşların da yanlış anladınız galiba. Hayırlı akşamları, hayırları sabahları, dilinize pelesenk edip bizim istibdat dönemlerindekilere özenenlere benzediniz.

Zamane dindarları hayrı şerlik, dini imanı hırsızlık, uğursuzluk addedip ahaliye zulmediyorlar. Sizin lisanınız farklı olmalı evladım. Sen saçımın sakalımın ağardığına bakma, aklım da yüreğim de hâlâ gençtir benim. Ah, nerede o gençlik günlerimiz, nerede? Biz daha 1890larda padişaha, istibdata, jurnalciliğe #HAYIR demesini bildik. Ben o yüzden Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneden atıldım. Hekim yapmadılar. O zamanlar Tıbbıye-i Şahanede okuyan zaten kaç talebeydik, çoğumuzu attılar. Beni İstanbuldan ta cenuptaki limanlarda Karantina Müdürlüğüne sürdüler. Bürna (Sıtma), verem, ve dahi nice cenubi illetle uğraştık durduk Yılmadık, daha nelere nelere #HAYIR dedik, yokluk yoksulluk içinde savaştık, Cumhuriyeti kurduk. Şimdi bak şu halinize! Burada bile canım yanıyor dedi rahmetli dedeciğim, gözleri dolu dolu gitti. Kendi hıçkırık seslerimle uyandım. Yastık sırıl sıklamdı.

Bir de İkinci Meşrutiyetten sonra cenupta (Güney) Karantina Müdürlüğünden ayrılıp İstanbula atandığında, başarılarından ötürü kendine verilmiş arazileri yoksul köylülere dağıtma öyküsü vardır dedeciğimin. Neyse, konumuz o değil şimdi.
Aşağıda, dedeciğimin öğrencilik yıllarını, 1890lı yıllarda Tıbbiyenin ve öğrencilerinin ahvalini anlatan bir metin alıntıladım. Sizlere de aktarmak istedim. Umarım ve dilerim, üşenmez okursunuz.

Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amirenin birleştirilmesiyle 17.II.1839 da Galatasaray da açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin açılışı Fransız devriminden 50 yıl sonra olmuştur. Fransız devrimi ile başlayan, Avrupanın siyasal, düşünsel ve sosyal düzenini temelden değiştiren ve bir çağın kapanıp yeni bir çağın başlamasına neden olan Aydınlanma, Tıbbiyeliler tarafından da yakında izlenirken, insanlığın ufkunda parlamaya başlayan Hürriyet, eşitlik, adalet ve insan hakları kavramları, Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerindeki keyfi ve baskıcı yönetim, geri kalmışlık ve tutuculuk yüzünden, bu genç tıbbiyeliler tarafından hasretle özlenir olmuştu. Bu günlerde gelişip pekişen Tıbbiyeli ruhu günümüze kadar, gücünü kaybetse de sürüp gelmiştir.

Tıbbiyeden söz ederken, imparatorluğun içinde bulunduğu askeri, siyasi ve sosyo-ekonomik durumdan da söz etmek gerekmektedir. 1877 Osmanlı-Rus savaşında yaşanan ağır yenilgi geniş toprak ve büyük nüfus kayıplarına yol açmış, yaşanan salgınlar, kıtlık ve yoksulluk 500 binden fazla insanın İstanbul ve Anadoluya göç etmesine yol açmıştır. Batıya olan borçlar Düyun-u Umumiye ile ödenmeye başlamış, Abdülaziz tahttan indirilmiş, öldürülmüş ( intihar ? ),I. Meşrutiyetle başlayan parlamenter rejim başarısız olunca da II.Abdülhamitin kuşkucu ve baskıcı rejimi yerleşmişti. Hızla küçülmekte olan, dehşetli yoksullaşmış ve geri kalmış İmparatorluğu kurtarmak adına bir şeyler yapma görevi, Tıbbiyelilerin omuzlarına yüklendi.

1890lı yıllarda Tıbbiyede öğrenci olan Dr. Şehidullah Fikri, Tıbbiye öğrencilerini şöyle tanımlıyordu:O günlerin Askeri Tıbbiyesi kendine özgüydü. Öğrencilerin çoğu, ele avuca sığmaz öğrencilerdi. Tıbbiyeliler saltanatın karşısında, ordunun yanında ve politikacıların arkasında koşturan vatansever gençlerdiO yıllarda okula yeni başlayan öğrenciler, Tıbbiyeli ağabeyleri tarafından şöyle uyarılırlardı:Bu mektep ilim ve hürriyet ocağıdır. Burada ilim, milleti istibdattan kurtarmaya çalışmalıdır. Bu mektebin gelenekleri, terbiyeleri vardır. Her sınıf, kendinden yukarı sınıfa itaat ve hürmet eder. Arkadaşlar birbirini sever ve yardım eder. İdare heyeti, istibdat heyetidir. Hocalar, hürriyetperverdir; onlar bizdendir. Talebeler arasında yaşanan hiçbir şeyi, talebelerden kimse idare heyetine haber veremez; bu, casusluktur

Dr Yavuz Ceylan

http://www.hekimedya.org/index.php/yazarlar/dr-yavuz-ceylan/594-tbbiyeli-tarihi-ve-bayram-3.html

İşte böyle sevgili okurlar!

Hayallerimizi aldılar. Hiç değilse düşlerimizi, kişiliklerimizi, kırıntıları kalmış özgürlüğümüzü almalarına #HAYIR DİYELİM Mİ?

16.01.2017
Vildan Sevil

Başa Dön