Bu gün, kendimi sorgularken, sen ve ben dediğim zaman, olmaz demeyi öğrendim. Ama gerçek ait olduğum, kader kadar varoluşumdur, yalnızlığımın içinde, ey hayat! Bendeki beni kapatırken yargılar, yargıç denen hayat, kapalı bir infaz. İçimdeki beni, benden eden, aşk.
Aşkın hükmünü, aşka sorduğunda; yitirdiğin yerdedir derim. Sessizliğimin içinde bir seferdedir. Anlatsam bendeki sensizliğini, bilemezsin! Ne varsa, harap olmuş kalptedir aşk. Aşkın olduğu yerde, er ya da geç ayrılık varsa, fısıltıları kalsa da canımı yakar. İlk aşkı unutamazsın. Son aşk da hiç unutulmaz, ölürken bile yanındadır. Fısıltılar sana döndüğünde, gördüğü belki de aşk, ilk sevdiğine, seçtiğine inanmasıdır.
Gençliğimde aradığımı yaşlılığımda buldum, neylersin. Ya ben erken geldim dünyaya, ya sen geç kaldın vuslata, neylersin Kader. Var mı, uçabilen kalbin ötesine?
Bir kâğıt düşün ki, bir yüzü sana, öteki yüzü de sevgiliye dönük. Her yüzü, yahut bir başkasına. Kâğıdın sana dönük yüzünü okuyabilirsin. Ama asıl, dosta ve sevgili tarafına dönük olan yüzünü okumak marifettir. Ben, sende kendimi aramışım. Ben, ben de seni kaybetmişim. Neden daha fazlasını arayayım? Tanımsız bir aşk, kime deme! Aşkın en saf haline, aşkın kendisine. Sevginin, dekorlara ihtiyacı yoktur
İki ayrı hayatın, güneşe doğru dönüşü yoktu, sessiz kalmış bir sevdaya. Deli kaçışın içinde uzattığım ellerim ise sadece, özünde, hayatın kader çizgisiyle, bir izdüşümün içindeki bir hayalde hapsolmuştu.