Bu gün doğum günüm. Bir seneyi daha ardım da bıraktım, düşünüyorum şimdi kârda mıyım yoksa zarar da mı? Yaşadığım tüm günler benim için güzel şahitçiler mi yoksa aleyhime kullanılacak birer delil mi? Hafif bir tebessüm var dudağımda, acaba sevinçli mi yoksa manidar mı? Bunun cevabını bir çırpıda vermek çok zor.Hayata gelmişsek eğer öyle veya böyle geçiyor yıllar ve hepimiz kendimizi hayatın merkezi zannediyoruz, bu elbette ki kaçınılmaz nede olsa hayatımızda ilk sırayı kendimiz alıyoruz.
Sevilmek ve bunun farkında olmak elbette ki dünyanın en büyük mutluluğu. Sevdiklerimizin hayatında ilk sıralarda yer almak, arkadaşlarımız için vazgeçilmez olmak elbette ki hepimiz için önemli. Doğum günleri belki de bunun birazcık göstergesi hükmünde. Anımsanmayı ve önemsenmemeyi bir güne hapsetmek elbette ki vicdansızlık olur ama hepimiz de bekleriz doğum günlerimizde aranmayı. Ve aldığımız hediyeler verenle aramızdaki sevginin değerini koyar ortaya. Beş lira on lira, ya da kalpten bir “seni çok seviyorum”, işte bunlardır o günlük sevgimize not verdiren. Hele ki unutulduysak ister istemez gücenir kalbimiz, nede olsa taş değiliz.
Hediyeler doğum günlerinin vazgeçilmezi ve hatırlanmak da önemli evet, bu sene beni unutmayanları ve aldığım hediyeleri düşündüm bir ara. Sonra aslında çok büyük bir hediye aldığımı ama bunun farkında bile olmadığımı fark ettim. Rabbim de unutmamıştı beni bu günümde ve en önemli hediye O’ndan gelmişti; Rabbim “bu günü” hediye etmişti bana. Bu günü de hayatta ve sevdiklerimle geçirmem için bana vermişti. Üstüne bir de sağlık vermişti. Aslında bu bir ayrıcalık dı, olması gereken bir şey değildi. Ama niyeyse bizler sanki bunlar olması gerekenlermiş gibi hiç önemsemedik bu en büyük nimetleri. Bu hediyeleri anımsayınca artık kimlerin hatırlamadığını umursamadım, nede olsa “en büyük mercii” hatırlamıştı ya gerisi boştu. Daha sonra başka başka sorular gezinmeye başladı aklımda. Tanıdıklarımın hayatında nasıl bir yere sahibim. Ailemin içinde sevgi derecem ne kadar? Arkadaşlarım gerçekte ne kadar değer veriyor bana? Elbette ki bu benim onlarla olan diyaloglarım ve onlara karşı davranışlarımla alakalıydı, işte asıl soru da bundan sonra geldi: acaba ben onlara nasıl davranıyorum, bana ihtiyacı olduklarında yanlarında duruyor muyum, sevgimizi çıkarsızca sürdürebiliyor muyum?
Eğer tüm bunlarda başarılıysam elbette ki beni seviyorlardı. Eğer ben onları seviyorsam elbette ki onlarda beni seviyorlardı, çünkü hakikaten kalpten kalbe yol vardı. Yani aslında tüm iş yine kendimizde bitiyordu, başkalarına sitem etmek yerine birazda kendi davranışlarımızı sorgulamamız gerekiyordu. Biz sevgi abidesi olunca herkese hak ettiği değeri verince her şey güllük gülistanlık olmayacaktı elbette. Yine de kırıldığımız günler olacaktı, yine unutulduğumuz doğum günlerimiz olacaktı ama bu defa unutanlar derin bir pişmanlıkla yanımıza gelecekti hatırladığı an ve beklide en güzel kucaklaşmalar o an olacaktı. Bir günde hatırlanıp hatırlanmamak elbette ki dostluk ve arkadaşlıklarımızın göstergesi olamazdı. Herkes birilerinin hayatına bir şekilde girmişti ve acaba o girdiğimiz hayatlarda güzel izlerimiz var mıydı? Günün sorusu bu olmalıydı galiba.
Günün başlangıcı iyi ki doğmuşum diye başlarken, nereden geldi aklıma bilmem tüm bu düşüncelerle haşır neşir olduktan sonra gayri ihtiyari tereddütleniverdi.
“İyi ki doğdum mu acaba?”