Bu hayat nasıl bir divane dolap anlamadım ya Hû... Ne şimdi geçmişe benziyor; ne gelecek şimdiye... Yaşadıklarımız yaşamımız olurken, yaşlanıyoruz hiç anlamadan. Ne olduğunu çözememişken daha uykuya dalıveriyoruz, beşikteki bebek misali... Ağlasak mı, sevinsek mı, kalkıp ayağa çırpınsak mı? Ne yapalım, nasıl edelim derken, dönme dolap sersemletiyor ruhumuzu da kapayıveriyoruz gözümüzü derin uykuya... Gözler ötelerden geçiyor, yukarıya dönüyor özenle...
Dönüyor işte dönme dolap... İnenler; binenler... Sıra bekleyenler... Ne yapsak bilemiyoruz biz de... Zevkini çıkaralım derken unutuyoruz ayakların yere bastığı zamanları... Unutuyoruz asıl bizi… Aslında heyecan verici değil mi? Gidiyoruz işte, büyüyoruz... İnsanlar küçük küçük kalıveriyor yanımızda. Gözlerde efsunlu birer bakış, izliyoruz tüm alemi oturduğumuz yerden... Hem bak gittikçe yükseliyor, büyüyoruz işte... Büyüğüz artık herkesten, büyük…
Dönüyor dönme dolap… Durmuyor hiç; durdurulamıyor…
Döndükçe dönüyor… Yükseliyor, büyüyor… Ama ama… Oysa öyle değilmiş meğer... Biz büyümüyormuşuz; ya da onlar küçülmüyormuş; uzaklaşıyormuşuz sadece... Alemler mi ufalmış, yoksa biz mi göremez olmuşuz ki artık... Yıldızlara özenip 'yukarı, yukarı, daha yukarı' diye çırpınışımıza ise dönme dolap bile gülermiş kendince. Özgürüz sanıyoruz hani bazen o saç teline muhtaç bedenimizi...
Dönme dolap hep dönüyor... Dönme dolap hep döndürüyor... Sonra yine aldığı yere bırakıveriyor işte. Ayaklar yine dalıyor kara toprağa ve insanlar yine büyüyor bizim kadar... “Büyük değilmişiz” diyemediğimizden de “Küçük değillermiş meğer” diyebiliyoruz. Sözlerimiz, dilimiz, beynimiz karışıyor aslında... Başımızı döndürmüş meğer dönme dolap bizim... Eğlenmiştik, çok sevmiştik ya...
Ah, dönme dolap! Vah, dönen harap! Döneceğiz sana yâ Çalap…