Evrim teorisi, canlıların rastlantısal ve doğal seleksiyon yoluyla bugünkü hallerine ulaştığını öne süren bir yaklaşımdır. Ancak bu teori, hayatın kökenini açıklamaya çalışırken karşılaştığı ciddi bilimsel ve mantıksal sorunlar nedeniyle geçerliliğini yitirmektedir. Bu makalede, yaşamın başlangıcı ve evrimsel mekanizmaların yetersizlikleri üzerine bilimsel ve mantıksal bir değerlendirme yapılacaktır.
Canlılığın temel birimi olan hücre, olağanüstü derecede kompleks bir yapıya sahiptir. Genetik sistem, bu kompleksliğin temel taşlarından biridir ve DNA, RNA, ribozomlar, amino asit taşıyıcı moleküller ve sayısız enzim gibi birbirine bağımlı birçok unsurdan oluşur. Bu sistemlerden herhangi birinin eksikliği, hücrenin işlevselliğini tamamen ortadan kaldırır.
Bir hücrenin tesadüflerle oluştuğunu varsaymak, bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Örneğin, genetik kodun okunması ve protein sentezinin gerçekleşmesi için DNAnın yanı sıra mRNA, ribozomlar, transfer RNA (tRNA) ve gerekli enzimlerin aynı anda ve aynı ortamda bulunması gerekir. Ayrıca, hücrenin bu mekanizmaları çalıştırabilmesi için kontrollü bir enerji ve hammaddeler ortamına ihtiyaç vardır. Böyle bir sistemin kendiliğinden ve tesadüfen oluşması, ihtimal hesaplamaları açısından imkânsızdır.
Evrim teorisinin temeli olan "tesadüf" kavramı, bilimsel olarak açıklanamaz bir boşluk bırakmaktadır. Pierre Grassé, rastlantısallığın evrim teorisinin temel mantık hatasını oluşturduğunu ifade eder. Ona göre, tesadüflerin belirli ve faydalı sonuçlara yol açması, mucizevi bir durumun sürekli tekrarlanması anlamına gelir. Ancak bilim, mucizeleri açıklama dışı bırakır ve her şeyin bir düzen ve plan çerçevesinde işlediğini savunur.
Protein sentezi ve hücre oluşumunu ele alalım. Bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali, matematiksel olarak 10^950'de 1dir. Bu, evrenin yaşıyla kıyaslandığında bile gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ihtimaldir. Dahası, bir proteinin oluşması yeterli değildir; aynı anda diğer biyomoleküllerin de oluşması gerekir. Bu durum, tesadüf kavramını tamamen geçersiz kılar.
Bugüne kadar evrim teorisini doğrulamak amacıyla yapılan deneyler, canlılığın rastlantılar sonucu ortaya çıkabileceğini kanıtlayamamıştır. Örneğin, bir deney düşünelim: Büyük varillerin içine fosfor, karbon, oksijen, azot ve canlılığın diğer temel yapı taşları konulsun. Ayrıca, bilimsel cihazlarla bu karışıma uygun sıcaklık, basınç ve nem koşulları sağlansın. Bilim insanları bu varillerin başında milyonlarca yıl nöbet tutsalar dahi, bu süreçten tek bir canlı hücre çıkmayacaktır.
Hatta bu hücrenin, yaşamını devam ettirip çoğalabilmesi için gereken genetik sistem ve çevresel şartlar sağlanmış olsa bile, yine de işleyen bir organizma ortaya konulamayacaktır. Bu durum, evrim teorisinin temel varsayımlarının bilimsel gerçekliklerle uyuşmadığını açıkça göstermektedir.
Bir hücre, kompleksliği açısından bir otomobilden çok daha ileri bir yapıya sahiptir. Eğer bir ormanın derinliklerinde bir otomobil bulsaydık, bu otomobilin doğal süreçlerle ve tesadüfen oluştuğunu düşünmek akıl dışı olurdu. Benzer şekilde, hücrenin ve yaşamın kökeninin tesadüflerle açıklanması, bilimsel ve mantıksal açıdan kabul edilemez bir iddiadır.
Evrim teorisi, yaşamın rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia ederek hem bilimsel hem de mantıksal temellerden yoksun bir yaklaşımı savunmaktadır. Hücrenin kompleks yapısı, rastlantısal süreçlerle açıklanamayacak kadar detaylı ve kusursuzdur. Bu gerçekler, üstün bir ilim ve irade sahibi bir Yaratıcının varlığını işaret etmektedir. Hayat, tesadüflerin ürünü değil, bilinçli bir yaratılışın sonucudur. Evrimcilerin bu gerçeği görmezden gelerek tesadüfleri ilahlaştırması, bilimin dışına çıkmalarına ve mantık hatalarına yol açmaktadır. Kuranda ifade edildiği gibi: "Kalpleri vardır, bununla anlamazlar; gözleri vardır, bununla görmezler; kulakları vardır, bununla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar." (Araf Suresi, 179).
Bilim, yaşamın kökenini anlamada evrimin ötesine geçmeli ve yaratılışı anlamaya yönelik daha açık bir bakış açısı benimsemelidir.
