Caddedeki kalabalık, arabalar, korna sesleri, mağazalar, binalar... Bir caddeye baktığınızda gördüğünüz bu tablo size oldukça net ve gerçek gibi gelir. Bu nedenle, birçok insan gördükleri bu tablonun aslında beyinlerinde meydana geldiğini anlayamaz ve hepsini gerçek zannederek yanılır. Ancak, bu algı o kadar mükemmel bir şekilde yaratılmıştır ki, bunun dış dünyanın kendisi değil, zihnimizde oluşan bir kopya görüntü olduğunu anlamak neredeyse imkânsızdır. Görüntüyü bu kadar inandırıcı ve etkileyici yapan unsurlar mesafe, derinlik, renk, gölge, ışık gibi detaylardır. Bu unsurlar o kadar kusursuz bir biçimde kullanılmıştır ki, beynimizde üç boyutlu, renkli ve canlı bir görüntü haline gelirler. Sonsuz sayıdaki ayrıntının bu görüntüye eklenmesiyle, farkında olmadan tüm ömrümüz boyunca gerçek zannederek içinde yaşadığımız, aslında sadece zihnimizde muhatap olduğumuz bir dünya oluşur. Araba kullanırken kendinizi düşünün. Direksiyonu kendinizden bir kol mesafesi uzaklıkta, trafik lambalarını ise birkaç yüz metre ileride görürsünüz. Önünüzdeki araba yaklaşık 10 metre uzakta, ufuktaki dağlar ise kilometrelerce mesafededir. Ancak bu tahminlerin hepsi yanlıştır. Ne dağlar, ne de önünüzdeki araba o kadar uzaktadır. Aslında bütün görüntüler beynimizde, bir sinema perdesindeki gibi iki boyutlu bir yüzeyde yer alır. Gözümüze yansıyan görüntüler, televizyon ekranındaki görüntüler gibi iki boyutludur. Öyleyse, bu mesafe ve derinlik duygusu nasıl oluşur? Görüntülerde mesafe ve derinlik hissini uyandıran unsurlar; perspektif, gölge ve harekettir. Optik biliminde "mekan algısı" olarak adlandırılan bu algı, oldukça karmaşık sistemlerle sağlanır. Aslında gözümüze gelen görüntü sadece iki boyutludur; yüksekliği ve genişliği vardır. Ancak, her iki gözümüzün aynı anda farklı açılardan aldığı görüntüler beynimizde birleştirilir ve derinlik hissi oluşturulur. Bu durumu daha iyi anlamak için basit bir deney yapabilirsiniz: Sağ kolunuzu ileri uzatın ve işaret parmağınızı kaldırın. Gözlerinizi parmağınıza odaklayarak sırayla sağ ve sol gözlerinizi kapatıp açın. İki göze farklı iki görüntü geldiği için parmağınızın yer değiştirdiğini fark edeceksiniz. Aynı şekilde, gözlerinizi sırayla kapatarak yakındaki ve uzaktaki nesnelerin yer değiştirme derecesini gözlemleyebilirsiniz. Yakındaki nesneler daha fazla kayarken, uzaktaki nesneler daha az kayar.
İki boyutlu bir retinada derinlik hissinin oluşumu, ressamların kullandığı tekniklere çok benzer. Ressamlar, perspektif, gölge, doku değişimi gibi unsurlarla iki boyutlu bir yüzeyde derinlik ve gerçeklik hissi yaratırlar. Örneğin, doku değişimi derinlik algısında önemli bir rol oynar. Yakındaki yüzeyler daha detaylı, uzaktaki yüzeyler ise daha silik görünür. Başarılı ressamların tablolarında gölge, ışık ve perspektif unsurlarını kullanarak elde ettikleri gerçeklik hissi, beynimizin algı mekanizmasıyla birebir benzerlik gösterir. Tren raylarının ufukta birleşmesi ya da uzaktaki ağaçların daha küçük çizilmesi gibi yöntemlerle mesafe hissi yaratılır. Beynimizde de benzer şekilde derinlik algısı oluşur; ışık, gölge ve ayrıntılar ne kadar detaylı işlenirse görüntü o kadar gerçekçi olur ve duyularımızı aldatır.
Beynimizdeki görme merkezi, bir kredi kartı büyüklüğündedir. Buna rağmen binlerce kilometre uzaktaki yıldızlar, Ay, Güneş ya da elinizdeki bardak gibi tüm görüntüler bu küçük alana sığdırılır. Örneğin, ufukta kaybolan bir gemi, aslında sizden kilometrelerce uzakta değildir; beyninizin içindedir. Aynı şekilde, evinizin önündeki ağaç ya da denizde yol alan bir gemi de beyninizdeki görme merkezinde, tek bir yüzey üzerinde yer alır. Bu gerçeklik, rüyalarda da açıkça görülür. Rüyalarınızda, tamamen hayali dünyalar içinde yürür, nesnelerle etkileşime girersiniz. Ancak bu dünyaların hiçbir maddi karşılığı yoktur; her şey zihninizde oluşur. Rüyanızda gördüğünüz beden bile tamamen zihninizin ürünüdür.
Algılarımızın dış dünyadaki maddi bir karşılığa dayanması gerekmez. Simülatörler ve rüyalar, bu gerçeği kanıtlar. Örneğin, görme engelli bireyler üzerinde yapılan bir deneyde, görüntüleri titreşimlere dönüştüren cihazlar kullanılmıştır. Bu cihazlar aracılığıyla görme engelli bireylerin beyinleri, dış dünyadan uyarılar alarak görüntüler oluşturmuştur. Bu kişiler, görüntüler büyüyormuş gibi hissettiklerinde refleks olarak kendilerini koruma davranışları sergilemişlerdir.
Sonuç olarak, algıladığımız dünyanın, zihnimizde oluşan bir kopya olduğunu anlamak zor olabilir. Ancak bilimsel bulgular, gördüğümüz, duyduğumuz ve hissettiğimiz her şeyin beynimizde meydana geldiğini ve dış dünyanın bir "yansıması" olduğunu göstermektedir. Gerçek dediğimiz dünya, aslında zihnimizde oluşan bir algılar dünyasından ibarettir.
Gerçeklik Algımız: Beynimizde Yaratılan Dünyanın İnandırıcılığı
Caddedeki kalabalık, arabalar, korna sesleri, mağazalar, binalar... Bir caddeye baktığınızda gördüğünüz bu tablo size oldukça net ve gerçek gibi gelir. Bu nedenle, birçok insan gördükleri bu tablonun aslında beyinlerinde meydana geldiğini anlayamaz ve hepsini gerçek zannederek yanılır. Ancak, bu algı o kadar mükemmel bir şekilde yaratılmıştır ki, bunun dış dünyanın kendisi değil, zihnimizde oluşan bir kopya görüntü olduğunu anlamak neredeyse imkânsızdır. Görüntüyü bu kadar inandırıcı ve etkileyici yapan unsurlar mesafe, derinlik, renk, gölge, ışık gibi detaylardır. Bu unsurlar o kadar kusursuz bir biçimde kullanılmıştır ki, beynimizde üç boyutlu, renkli ve canlı bir görüntü haline gelirler. Sonsuz sayıdaki ayrıntının bu görüntüye eklenmesiyle, farkında olmadan tüm ömrümüz boyunca gerçek zannederek içinde yaşadığımız, aslında sadece zihnimizde muhatap olduğumuz bir dünya oluşur. Araba kullanırken kendinizi düşünün. Direksiyonu kendinizden bir kol mesafesi uzaklıkta, trafik lambalarını ise birkaç yüz metre ileride görürsünüz. Önünüzdeki araba yaklaşık 10 metre uzakta, ufuktaki dağlar ise kilometrelerce mesafededir. Ancak bu tahminlerin hepsi yanlıştır. Ne dağlar, ne de önünüzdeki araba o kadar uzaktadır. Aslında bütün görüntüler beynimizde, bir sinema perdesindeki gibi iki boyutlu bir yüzeyde yer alır. Gözümüze yansıyan görüntüler, televizyon ekranındaki görüntüler gibi iki boyutludur. Öyleyse, bu mesafe ve derinlik duygusu nasıl oluşur? Görüntülerde mesafe ve derinlik hissini uyandıran unsurlar; perspektif, gölge ve harekettir. Optik biliminde "mekan algısı" olarak adlandırılan bu algı, oldukça karmaşık sistemlerle sağlanır. Aslında gözümüze gelen görüntü sadece iki boyutludur; yüksekliği ve genişliği vardır. Ancak, her iki gözümüzün aynı anda farklı açılardan aldığı görüntüler beynimizde birleştirilir ve derinlik hissi oluşturulur. Bu durumu daha iyi anlamak için basit bir deney yapabilirsiniz: Sağ kolunuzu ileri uzatın ve işaret parmağınızı kaldırın. Gözlerinizi parmağınıza odaklayarak sırayla sağ ve sol gözlerinizi kapatıp açın. İki göze farklı iki görüntü geldiği için parmağınızın yer değiştirdiğini fark edeceksiniz. Aynı şekilde, gözlerinizi sırayla kapatarak yakındaki ve uzaktaki nesnelerin yer değiştirme derecesini gözlemleyebilirsiniz. Yakındaki nesneler daha fazla kayarken, uzaktaki nesneler daha az kayar.