Görücü Usulü Evlilik ve Hakikatin Peşinde: İnsan ve İlim Arasındaki İlişki

Geleneksel evlilik anlayışı ve görücü usulü evliliklerin İslami perspektiften değerlendirildiği bu metin, Yıldız Tilbe'nin tartışmalı açıklaması üzerinden, bakmak ve görmek arasındaki farkı, insan iradesini ve evlilikte tercih özgürlüğünü sorguluyor.

yazı resim

Geleneksel evlilik anlayışları, özellikle de görücü usulü evlilikler, toplumların kültürel ve ahlaki temellerinde önemli bir yer tutar. Ancak bu anlayış, insanın bireysel iradesini, fikrini ve hakikate dair arayışını çoğu zaman göz ardı eder. Şarkıcı Yıldız Tilbe’nin, “Kadınların kendi düşüncesiyle seçtiği erkek genelde doğru olmuyor. Görücü usulü evlenmek en güzeli,” açıklaması toplumun genel bir kanaatini yansıtsa da, İslam’ın özüne ve vahiy merkezli bir bakış açısına yakından bakıldığında bu anlayış sorgulanabilir. Bir insana bakmak, onun dış görünüşünden öte bir anlam taşır mı? İnsan, başka bir insanın fikir dünyasını görebilir mi? Ya da başka biri sizin adınıza bir başkasına bakarken, gerçekten ne görür? Bu soruların cevabı, insanın fıtratına ve iman ettiği değerlere bağlıdır. Kur’an, insana “bakmak” ve “görmek” arasındaki farkı öğreten ayetlerle doludur. A’râf Suresi 198. ayette şöyle buyrulur:
> “Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Ve sana baktıklarını görürsün oysa onlar görmezler.”
İnsan, ruhtan yoksunsa baktığı halde göremez. Görmek, ancak ruh sahibi olmakla mümkün olur. Bu bağlamda, evlilik gibi hayati bir kararı sırf dışsal ölçütlere veya başkalarının gözlemlerine dayandırmak, hakikate ulaşmayı imkânsız kılar. Görücü usulü evlilikler, geçmişte ailelerin ve mahalle büyüklerinin inisiyatifiyle gerçekleşirdi. Ancak bu yaklaşım, evliliği “kızın vücut ölçüleri” ve “erkeğin cüzdan büyüklüğü” gibi yüzeysel kriterlere indirgemiştir. Hamam röntgenciliğiyle başlayan bu süreç, sonrasında farklı şekillerde devam etmiştir. Bu durum, Rûm Suresi 21. ayetteki evlilik idealine tamamen ters düşer:
> “Sizin için nefislerinizden onunla sakinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ayetler vardır.”
Evliliğin amacı, sevgi, merhamet ve Allah’a kullukta ortak bir yaşam sürdürmek iken, gelenekçi toplumların çizdiği sınırlar, bu ilahi amacı gölgelemiştir. Geleneksel toplumların evlilik anlayışı, maalesef vahiyden uzak bir zihniyetin yansımasıdır. Toplumda, yaşın bilgi ve hikmetle doğru orantılı olduğuna dair bir inanış vardır. Ancak bu inanış, her zaman doğruyu yansıtmaz. Yaşlılık, insana tecrübe kazandırabilir; ancak tecrübe, ilimden ve vahiyden uzaksa kişiyi doğruya ulaştırmaz. Kur’an’da Meryem Suresi 43. ayette, Nebimiz İbrahim’in babasına şöyle dediği aktarılır:
> “Ey babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy seni doğru bir yola ileteyim.”
Yaş, başlı başına bir erdem değildir. Hakikate ulaşmak, ancak ilim ve vahiy yoluyla mümkündür. İnsanın hakikate dair bir fikir üretebilmesi için, vahiyden beslenmesi gerekir. Geleneksel toplumlarda büyüklerin otoritesine sorgusuz sualsiz tabi olmak, bireyin ilim ve iman yolculuğunu engeller. Kur’an, evliliği sadece bir sosyal düzenin parçası olarak değil, aynı zamanda Allah’a kullukta bir dava kardeşliği olarak tanımlar. Bu kardeşlik, maddi ve bedensel ölçütlerin çok ötesindedir. Mümin, eşini Rabbâniyyûn anlayışıyla seçer. Rabbâni, kendini Allah’a ve vahye adayan kişidir. Bu yüzden, gerçek bir müminin eş seçimi, mahalle baskısıyla veya yüzeysel ölçütlerle yapılamaz. Evlilik, bir insanın kendisiyle birlikte olacağı birisiyle Allah yolunda Allah’a kullukta el ele vermesidir. Gelenekçi toplumların evlilik anlayışı, çoğu zaman İslam’ın ruhuna aykırı unsurlar taşır. Hamam kültürü, mahalle baskısı ve görücü usulü gibi uygulamalar, insanları şirk içeren bir yaşam tarzına sürüklemiştir. Tevbe Suresi 28. ayette şöyle buyrulur:
> “Ey iman edenler, ortak koşanlar ancak bir pisliktirler.”
Bu tür uygulamalar, müşrik zihniyetin bir yansımasıdır. Gelenekçi toplumların “aile” kavramını sıkça vurgulaması, aslında kendi çelişkilerini örtbas etme çabasıdır. İslam, aileyi sevgi ve merhamet temeline dayandırırken, gelenekçi zihniyetler, aileyi maddi ve yüzeysel ölçütlerle tanımlar. İnsan, hakikati ancak vahiy ile görebilir. Vahiyden uzak bir yaşam, insanı şirk batağına ve cehaletin karanlığına iter. Mümin için evlilik, maddi çıkarların ve geleneklerin ötesinde bir dava kardeşliğidir. Rabbâniyyûn olmak ve Rabbâniyyûn aramak, her müminin en temel hedefi olmalıdır. Bu yüzden, insan hayata, olaylara ve şahıslara başkalarının gözünden değil, vahiyden bakmalıdır. Görücülerin görüşlerini unutup Allah’a sarılmak, hakikate ulaşmanın tek yoludur.
Son olarak, Zâriyât Suresi 56. ayeti bir kez daha hatırlamak gerekir:
“Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri dışında yaratmadım.” (Zariyat Suresi, 56)
Evlilik de dahil olmak üzere, hayatın her alanında bu ilahi gayeye yönelmek, insanı hakiki huzura ulaştırır.

Yorumlar

Başa Dön