Hakikatin Yolunda: Çobanların Davası

Allahın gönderdiği resullerin hayatı, hakikatin dünyevi kıstaslara bakılmadan anlaşılması ve yaşanması gerektiğini bizlere öğretir. Zenginlik, güç, makam, eğitim gibi ölçütler, bir insanın doğruluk ve hakikate ulaşmadaki yetkinliğini belirlemez. Hakikatin adresi, Allahın vahyinde ve onu yaşayan insanların duruşundadır.

yazı resimYZ

Bismillahirrahmanirrahim
"Kovulmuş şeytandan Rabbime sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla."
Allahın gönderdiği resullerin hayatı, hakikatin dünyevi kıstaslara bakılmadan anlaşılması ve yaşanması gerektiğini bizlere öğretir. Zenginlik, güç, makam, eğitim gibi ölçütler, bir insanın doğruluk ve hakikate ulaşmadaki yetkinliğini belirlemez. Hakikatin adresi, Allahın vahyinde ve onu yaşayan insanların duruşundadır. Zuhruf Suresi, 52. ayetinde Firavun şöyle der:
"Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir."
Firavunun bu sözü, onun kibir dolu zihniyetini ve adaletin karşısındaki çaresizliğini ortaya koymaktadır. Firavun, toplumun zayıf ve mazlum kesimlerini küçümseyerek kendisini üstün görür. Ancak Rabbimiz, insanların dünyadaki sosyal statülerine bakarak değil, imanlarına ve yaşamlarına bakarak değerlendirir. Nitekim Musa, Firavunun bu küçümseyici tavırlarına karşı Allahın yardımı ve rehberliğiyle dimdik ayakta durmuştur.
Musa, Allahın seçtiği bir nebi olarak, geçmişinde çobanlık yapmış ve geçimini hayvan güderek sağlamıştır. Firavunun baskı ve zulmüne maruz kalmış bir kavme mensuptur. Ayrıca, konuşmada zorlanan bir yapıya sahiptir:
"Rabbim! Gögsümü genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki sözümü anlasınlar." (Taha Suresi, 25-28)
Bu ayetler, Musanın Allaha olan teslimiyetini ve acziyetini kabul ederek ondan yardım dileyişini gösterir. Çobanlık gibi toplumun hor gördüğü bir meslekten gelen Musa, hakkın sesi olmuştur. O, Allaha iman etmiş, vahyin ışığında yaşamış ve hayatını Allaha adamıştır. Bu durum, bize asıl üstünlüğün iman ve takvadan geçtiğini öğretir:
"Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz." (Âl-i İmrân Suresi, 139)
Firavun, Mısırı yöneten bir diktatör olarak, halkını zulümle yönetmiş ve onları köleleştirmiştir. Sahip olduğu güç ve statüye rağmen, hakkın ve hakikatin uzağındadır. O, toplumun zayıf kesimlerini hor görerek, batıl bir dava uğruna yaşamış ve bu nedenle ebedi azaba mahkûm olmuştur. Firavun, Musayı toplumun gözünde küçültmek için onun geçmişini ve konuşma zorluğunu dile getirerek halkı kandırmaya çalışmıştır. Ancak bu çabalar, Musanın hakkı savunan duruşu karşısında etkisiz kalmıştır.
Müminlerin en önemli özelliklerinden biri, hakikati aramaları ve söyleyene değil, söylenen söze odaklanmalarıdır. Bir insanın toplumsal statüsü veya eğitim seviyesi ne olursa olsun, eğer hakkı söylüyorsa onu desteklemek ve savunmak müminlerin görevidir. Allahın müminlere verdiği şu emir, bu duruşun temelini oluşturur:
"Allaha ve Resûlüne itaat edin ve sakın birbirinizle çekişmeyin; sonra başarısız olur ve kuvvetiniz gider. Sabırlı olun. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46)
Allahın rızasını gözeten bir mümin için sosyal statü, diploma veya makamın bir anlamı yoktur. Hakikati çoban da dile getirse, kral da, müminin görevi hakkı savunmak ve Allahın davasında sebat etmektir. Nitekim tarih boyunca, müminler, hakikati savunan resulleri yalnız bırakmamış, onların davalarını desteklemişlerdir. Musa, çobanlık yapmış bir nebi olarak, bize şu öğüdü miras bırakmıştır:
"Allah size yardım ederse, size galip gelecek kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan başka size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allaha güvenip dayanmalıdır." (Âl-i İmrân Suresi, 160)
Bizler de bugün, hakikati savunan kim olursa olsun onun yanında yer almalı ve Allahın rızasını gözetmeliyiz. Çünkü asıl üstünlük, iman eden ve vahyin ışığında yaşayanlara aittir.

Yorumlar

Başa Dön