**Hak, inkârı mümkün olmayan, kesin gerçek demektir. Aynı zamanda Allah’ın isim veya sıfatlarındandır. Çünkü hak; varlığı sabit olan, mutlak gerçekliği ifade eden ve hikmetle var edilen şeydir. Kur’an’a göre hak, sadece Allah’ın vahiy yoluyla bildirdiği bilgi ve değerlere dayanır. Beşerî yorumlara, kültürel alışkanlıklara veya geleneksel kabullere dayanan her anlayış ise batıldır. Zira değişmez doğruların ve evrensel değerlerin kaynağı sadece Allah’tır. Beşer, Allah bildirmediği sürece neyin hak, neyin batıl olduğunu bilemez. Nitekim melekler, “Seni tesbih ederiz, bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur; şüphesiz sen her şeyi en iyi bilensin.” (Bakara 2:32) diyerek bu gerçeği itiraf etmişlerdir. Geleneksel din anlayışı, vahyin yeterliliğini kabul etmeyip uydurma hadislerle dini şekillendirdiğinden, hak kavramını da tahrif etmiştir. Oysa Kur’an’a göre bir insanın yaşadığı hayattan sorumlu olduğu merci sadece Allah’tır. Günahı da sevabı da Allah katında değerlidir. İnsan Allah’a karşı sorumludur; O'nun belirlediği farzları yerine getirmek ve haramlardan sakınmakla yükümlüdür. Eğer Allah’ın sınırları aşılırsa, işlenen her suç ya da günah, Allah’a karşı işlenmiş olur. Ve bu günahları sadece Allah bağışlayabilir. Kur’an bu konuda çok açıktır: “Ve Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir?” (Âl-i İmrân 3:135) Toplumda yaygın olan “kul hakkı” söylemi, aslında Kur’an merkezli İslam’da yeri olmayan bir ifadedir. Kur’an’da böyle bir kavram geçmez. İnsanlar, birbirlerine karşı hukuki ve ahlaki yükümlülüklerle sorumludurlar. Ancak bir insan, bir başkasına zarar verdiğinde bu fiilin esas günah tarafı, Allah’ın sınırlarını çiğnemesidir. Dolayısıyla bağışlanma da sadece Allah’a aittir. Örneğin bir kimse hırsızlık yaparsa, hem kanun önünde suç işlemiştir hem de Allah’ın koyduğu bir yasağı çiğnemiştir. Suçun dünyevi cezasını devlet verir; ancak bu kişinin ahiretteki sorumluluğunu belirleyecek olan yalnızca Allah’tır. Eğer hırsız kamu malı çaldıysa, toplumun tüm fertleri "Hakkımızı helal ettik" dese bile, bu ahlaki bir duruş olabilir ama günahın bağışlanması için yeterli değildir. Çünkü günahı affedecek olan yalnızca Allah’tır. Aynı şekilde, gıybet edilen, alaya alınan, iftiraya uğrayan kişiler, “Ben hakkımı helal etmiyorum” diyebilirler. Bu söz, kişisel duygusal bir tepkidir. Ancak kişinin affetmemesi, o günahın bağışlanmayacağı anlamına gelmez. Çünkü kulun affı, Allah’ın affına denk değildir. Allah dilerse affeder, dilerse affetmez. Kulun yetki alanı sadece dünyevi ilişkilerle sınırlıdır. Kur’an, anne babaya iyilik yapılmasını emreder; ancak onların çocukları üzerinde mutlak hak sahibi olduğunu söylemez. Kur’an’da geçen emirler, "saygı gösterin", "iyilik yapın", "öf bile demeyin" şeklindedir. Ama bu iyi muamele, onların üzerimizde hak sahibi olduğu için değil; Allah emrettiği için yapılır. Ebeveyn şirk koşmayı emrederse, onlara itaat edilmez. (Lokman 31:15) Dolayısıyla anne-baba hakkı gibi kavramlar da, hakikatte Allah’ın verdiği nimetlerin, lütufların sadece O'na ait olduğunu unutarak türetilmiş beşeri anlayışlardır. “Size ulaşan her nimet Allah’tandır…” (Nahl 16:53) ayeti bu gerçeği bildirir. Kur’an’a göre insan, Allah’ın yarattığı bir ruh olarak, bu dünyada Allah’ın gösterdiği görüntüleri izlemektedir. Olayların arkasında görünmeyen bir hakikat vardır ve bu hakikati yaratan da yöneten de yalnızca Allah’tır. Bu nedenle hiç kimse, başka birinin hayatına, kaderine, günahına ya da sevabına gerçek anlamda müdahale edemez. Görünen fiillerin ardındaki mutlak fail Allah’tır. Şeyhlerin, evliyaların, mezhep imamlarının, “Sana şefaat ederim”, “Seni cennete götürürüm” gibi iddiaları da Kur’an’a göre şirk içerir. Çünkü günahı yalnızca Allah bağışlar, hüküm yalnızca Allah’a aittir: “Hükmüne hiç kimseyi ortak kılmaz.” (Kehf 18:26) “Ben hakkımı helal etmiyorum” demek, insani bir tepki olabilir ama Allah’a ait olan bağışlama yetkisini kendine atfetmek anlamına gelecek şekilde kullanıldığında tehlikeli bir inanca dönüşebilir. Kur’an’da “kul hakkı affedilmez” şeklinde bir hüküm yoktur. Allah dilerse affeder. Kur’an’da bildirilmeyen her inanç ve söylem, şirk ve batıl riski taşır. Hak, yalnız Allah’ındır. Affetme yetkisi yalnız Allah’a aittir. Dinin hükümlerini koyan da bağışlayan da hükmeden de sadece Allah’tır. Geleneksel din algısının bu gerçeklerin üstünü örtmesine izin vermemek gerekir. Çünkü “Hak” tektir, O da Allah’tır.
**
