İslam inancının temel prensiplerinden biri, gaybın yalnızca Allah'a ait olduğudur. Kur'an-ı Kerim'de "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez" (En'am, 6:59) ayeti bu hakikati net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak günümüzde insanlar, bilimsel gelişmelere ve teknolojik ilerlemelere dayanarak gaybı bilebileceklerini zannetmekte, böylece şeytanın vesveseleriyle İlahi bir sınırı aşmaya çalışmaktadırlar. Oysa bilim bize süreçleri ve olasılıkları gösterebilir, fakat kesin zamanı, şeklini ve detayları ancak Allah bilir. İsra Suresi'nin 58. ayeti, evrensel bir yasayı dile getirmektedir: "Hiçbir köy yoktur ki biz onu kıyamet gününden önce yok etmeyelim veya onu şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu kitapta yazılmıştır." Bu ayet, bir kesinliği ifade eder. Helak olacaktır, azap gelecektir. Ancak hangi ülkenin, hangi şehrin, hangi kasabanın ne zaman, hangi şekilde yok olacağı tamamen gayb alanına girer. İnsanlar tarih boyunca medeniyetlerin yıkılışına, şehirlerin harap oluşuna şahit olmuşlardır. Pompei'nin yanardağ altında kalışı, Atlantis efsanesi, çeşitli depremlerle yok olan yerleşimler... Bunların hepsi İlahi yasanın tecellileridir. Fakat bir sonraki helakın nerede ve ne zaman olacağını bilmek, insanın elinde değildir. Modern toplumlar risk analizleri yapar, afet senaryoları geliştirir, erken uyarı sistemleri kurar. Bunların hepsi değerlidir ve gereklidir. Ancak bunlar kesinlik değil, ihtimaldir. Bir şehrin deprem riski yüksek olabilir, ama depremin yarın mı yüz yıl sonra mı olacağı bilinemez. Bu nokta, bilimle gaybın kesiştiği ve ayrıştığı yerdir. Yer bilimleri bugün çok ilerlemiştir. Levha tektoniği teorisi, fayların nasıl oluştuğunu açıklar. Kabuk hareketleri, magma yükselmeleri, basınç birikmeleri bilimsel olarak gözlemlenebilir ve modellenebilir. Biliyoruz ki kayaçlar önce elastik deformasyona uğrar, sonra dayanım sınırı aşılınca kırılır ve fay oluşur. Biliyoruz ki kıtalar yılda birkaç santimetre kayar. Biliyoruz ki Ege Bölgesi batıya doğru hareket eder, Anadolu levhası döner. Ancak tüm bu bilgiler bir "ne" sorusuna cevap verir, "ne zaman" sorusuna değil. Hangi fayın tam olarak ne zaman kırılacağı, hangi bölgenin hangi tarihte nereye kayacağı, Ege'de adacıkların ve okyanusal çukurların tam olarak ne zaman oluşacağı gayba girer. Doğu Anadolu'da yeni dağların yükseleceğini jeolojik süreçlerden biliyoruz. Nemrut, Tendürek, Ağrı gibi volkanik yapıların patlayacağını biliyoruz. Ama bunların tam olarak ne zaman, nasıl bir şiddetle patlayacağı Allah'ın ilmindedir. Bu durum, bilimin acizliği değil, gaybın mahiyetidir. Bilim kanunları ortaya koyar, Allah ise o kanunların tecelli zamanını ve şeklini takdir eder. Sosyal bilimler ve tıp da benzer bir durumla karşı karşıyadır. İstatistikler kadın nüfusunun belirli bölgelerde artabileceğini gösterebilir. Savaşlar, göçler, doğum oranları gibi faktörler analiz edilebilir. Ancak kadın nüfusunun erkek nüfusunu tam olarak ne zaman geçeceği, bu dengenin nasıl değişeceği kesin olarak bilinemez. Yeni hastalıkların ortaya çıkacağı, tarih ve bilim ışığında öngörülebilir bir gerçektir. COVID-19 pandemisi bunun en yakın örneğidir. Mikrobiyoloji sürekli yeni mikroorganizmalar keşfeder. Ancak bir sonraki pandeminin hangi virüs veya bakteriden kaynaklanacağı, ne zaman başlayacağı, nasıl yayılacağı gayb alanındadır. Bilim hazırlık yapabilir, önlemler alabilir, ama kesin bilgiye sahip olamaz. Su kıtlığı konusu da benzerdir. İklim değişikliği, nüfus artışı, aşırı tüketim gibi faktörler su kaynaklarının tükenme yönünde olduğunu göstermektedir. Tüm ülkelerin er ya da geç su sıkıntısı yaşayacağı öngörülebilir. Ancak hangi ülkenin tam olarak ne zaman kritik seviyeye ulaşacağı, krizin nasıl patlak vereceği gayba girer. İnsanlık tarihi boyunca falcılar, kahinler, müneccimler gayb iddiasında bulunmuşlardır. Günümüzde ise bu iddia daha "bilimsel" bir kılıfa bürünmüştür. Gelecek tahminleri, kehanetler, astroloji, simülasyonlar, veri analistleri, yapay zeka... Hepsi insana "sen de bilebilirsin" yanılsaması verir. Oysa Allah Kur'an'da açıkça bildirmiştir: Gaybı O'ndan başkası bilmez. Bu vesveseye kapılmak, insanı iki tehlikeli sonuca götürür. Birincisi, Allah'a karşı bir kibir ve sınır aşmadır. İkincisi ise asıl sorumluluktan kaçıştır. Deprem ne zaman olacak diye gayb iddiasında bulunmak yerine, depreme hazırlıklı olmak gerekir. Salgın hastalıkların tam tarihini bilmeye çalışmak yerine, sağlık sistemlerini güçlendirmek gerekir. Su krizinin kesin gününü hesaplamaya çalışmak yerine, su kaynaklarını korumak ve verimli kullanmak gerekir. İslam, bilime ve ilme düşman değildir. Aksine, evreni incelemeyi, araştırmayı, öğrenmeyi teşvik eder. Ancak aynı zamanda insana sınırını da hatırlatır. Bilim "nasıl" sorusuna cevap arar, "ne zaman" ve "tam olarak ne şekilde" sorularının cevabı ise Allah'ın takdirindedir. Bazı durumlar kesindir: Helak olacak yerler vardır, faylar oluşacaktır, dağlar yükselecektir, hastalıklar çıkacaktır, su krizi yaşanacaktır. Bunlar Allah'ın koyduğu kanunlar ve gerçeklerdir. Ancak bunların zamanı, şekli, detayları gayb konusudur. Mümin için asıl olan, bu gerçeği kabullenmek ve ona göre yaşamaktır. Gayb iddiasında bulunmak yerine, mevcut bilgiyle sorumluluklarını yerine getirmek, hazırlıklı olmak, Allah'a tevekkül etmek ve O'nun takdirine teslim olmaktır. Çünkü "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez."
KİTAP İZLERİ
Engereğin Gözü
Zülfü Livaneli
İktidarın Göz Kamaştıran Işığı ve Bir Hadımın Gözünden Saray Zülfü Livaneli’nin, okurunu XVII. yüzyıl Topkapı Sarayı'nın loş ve entrika dolu koridorlarına davet eden romanı "Engereğin
İncelemeyi Oku