Güzel bir veda yazısı yazmak isterdim şimdi sana. Şöyle kendimce, devrik cümlelerle, imla hatalarıyla dolu deli bir yazı yazmak isterdim. Belki de yazdıklarımın en delisi bu yazı olsun isterdim. Öyle yazsaydım ki; bu yazıyı okuyan kimse ne yazdığımı bilmesin anlayamasın. Öyle bir yazı olsun ki bu içinde yazanı bana bu yazıyı yazdıran içimi bir sen bilesin. Okuduğun anda ilk kelimede sana olduğunu sadece sen anlayasın. Yazmak için deli bir istek ama ne yazacağını bilememek aynı sevmek için duyduğun o istek ama nasıl seveceğini bilememek gibi.
Yazı; çok iyi yazdığımızdan mı? Hayır. Yazmayı çok sevdiğimizden mi? Hayır. Yazmaktan bir şey beklediğimizden mi? Hayır. Bir gün kitaplarımızı güzel kalemlerimizle imzaladığımız hayranlarımıza hazırlık mı? Hayır. Bu hayırlar daha bu yazıyı okurken senin de ağzından dökülüyor benim kalemimden döküldüğü gibi.
Biz senle içimizi görmek için yazdık. Kendimizi görmek için yazdık. Ne kadar sefil, ne kadar yalancı, ne kadar arsız, ne kadar sevecen, ne kadar iyi, ne kadar dürüst olduğumuzu görmek için yazdık. Biz seninle çıldırmamak için yazdık. Delirmemek için değil ona alışmıştık zaten. Çıldırmamak için. Aynı sebepten birlikte kaldığımız gibi. Sonra birbirimize içimizi göstermek için yazdık. Bir sen gör içimi diye yazdım bir sen. Senin dışında benim dışımda kim ne anlarmış hiç önemsemedik. İki kişilik bir oyundu bu kimseleri almadık. Hiç tirübüne oynamadık.
Atanları, tutanları, hızla yere çarpanları hiç ciddiye almadık. Yaşarken kulaklarımızı onlara tıkadığımız gibi yazarken de hiç duymadık.
Şimdi bitti mi?
Her şey bir gün biter diyeceksin. Bu cümle benim. Yüzünde o muzip gülümseme beni kendi cümlemle vuracaksın.