Uzun zaman oldu gidip bakmalıyım. Açmalıyım kapıyı, ona ne olduğunu anlamalıyım. Kim bilir belki ölmek istedi? Kendini öldürmek istedi? Yüzü geliyor gözlerimin önüne, yok diyorum. Hayır, diyorum. Kuruyorum ben bunları. Sonra… Neden olmasın? O çok yalnız biliyorum. Hiç söylemedi, anlatmadı. Ama ben biliyorum o çok yalnız. Hep yalnız biliyorum, diye kendime tekrarlıyorum. Açmalıyım o kapıyı. İçerde ne olduğunu kendine ne yaptığını bilmeliyim. Onun için bir şey yapmalıyım. Hayal ediyorum, bin bir cana kıyış sahneleri canlandırıyorum. Onu kurtardığımı hayal ediyorum, ona sarıldığımı, onun ağladığını, ikimizin arasında ki görünmez ama hep var olan camın kırıldığını, onun hayatında bir şey olduğumu. Bunları hep o kısacık panik anında kuruyorum. Cesaretimi topluyorum, hızla ilerliyorum, kulaklarım uğulduyor, damarlarımda ki kan çekiliyor aynı anda ılık ılk bir şey yayılıyor içime…Ya kapı kilitliyse? İçerden kilitlediyse. Korkuyorum! Şu kısacık anlarda insanoğlu ne çok şeyler düşünüyor diye şaşıyorum. Bir kere bana; hızla yere çakılan biri yere çakılmadan, o kısacık düşüş anında sence ne düşünür? diye sormuştu. İşte ben sanırım şu an onu yaşıyorum. Var gücümle kapı koluna asılıyorum, boşa kuvvet harcıyorum kapı kilitli değil. Sarsılıyorum, kendi gücümden sarsılıyorum. Önce yoğun bir buhar karşılıyor beni, elimle dağıtıyorum. Göz gözü görmüyor. Onun hep sıcak suyu çok sevdiğini, tenine değişini, canını tatlı sert yakışını anlatışını hatırlıyorum. Bana ılık suyu sevdiğim için ‘’sen bebeksin işte bebek deyişini.’’ Buhar dağılıyor, onu görüyorum. Bedenini, akan suyun altında fayanslara saklambaç oynar gibi yumulmuş başını, uzun saçlarını. Hem ebe olmak hem saklanmak bu olsa gerek, diye düşünüyorum. Kala kalıyorum, hiç kıpırdamadan öylece karışık şaşkın kalakalıyorum. Kızacak, öfkelenecek, ne anlatmalıyım? Ne demeliyim? Korktum…Senin için korktum…Sana bir şey oldu sandım…Gittin sandım…Hepsi geliyor aklıma, birini seçerim söylerim. Hepsi aynı anlamları hep aynı. Hiçbir şey olmamış gibi havluya uzanıyor çıplak bedenini sakınmadan sarınıyor geçip gidiyor yanımdan.
Bir şey var yüzünde. Biri geçiyor sanki yüzünden. Sürekli birini düşünüyor, sürekli ayrıntı da kalıyor her şey. Sıkılıyor, beziyor, öfkeleniyor. Kısa bir an sonra bir şaşkınlık yayılıyor yüzüne. Hayret gülümsüyor, ilk defa güler gibi yapmıyor hakikatli bir gülümseme kesiliyor yüzü. Yine de tedirgin, med cezir den yorgun. Anlatsa, gerçekten bir kere olsun gerçek bir insan, gerçek bir kadın olabilse. Olmuyor. Hiç olmadı, daha önce de hiç yanaşmadı buna.. .
Bir şeyler içmek geliyor aklıma. Şarap açıyorum. Biliyorum sevdiğini, iyi şaraptan hoşlandığını, başka da bir şey asla içmediğini. Beceriksizce dolduruyorum kadehleri önüne sürüyorum. Kaldırıyor kafasını her neredeyse kiminleyse bir an geri geliyor muzipçe gülümsüyor. Alıyor kadehi yarım havaya kaldırıp beni selamlıyor. İri bir yudum alıyor . Bir şeylerden bahsediyorum, derelerden tepelerden. Samimi bir efkar sofrası kurmaya çalışıyorum, hani iki arkadaş efkar dağıtırmış gibi. Kadehleri yeniliyorum ardı ardına. Yavaş gidiyor ama iri yudumlar alıyor. Sonra duruyor kadehi önüme doğru itiyor. ‘’Ben sarhoş olmam küçüğüm’’ diyor.Bu küçüğüm beni daha da eziyor un ufak ediyor. Ne kadar içersem içeyim hiç büyümüyorum. Hep bana kendimi eksik hissettiriyor. Önüme bakıyorum, bir suç işlerken yakalanmış gibi pişman süklüm, püklüm elimde ki kadehe bakıyorum.. Sesini duyuyorum, kaldırmadan kafamı sesini dinliyorum’’ Ben uyuşmam küçüğüm ne kadar içsem de ben uyuşmam. Beynim izin vermez buna. Sadece içtikçe kanarım, kanadıkça kanatmak isterim, ama seni değil'' diyor.
Bir kağıt duruyor sehpanın üzerinde. Beyaz küçük bir kağıt. Alıyorum okuyorum, okuduğumu sanıyorum ama anlayamıyorum. Gittiğini yazıyor her şeyi bana bıraktığını yazıyor. Her şeyin benim olduğunu yazıyor. Bu kadar. Bu kadarmışım, diyorum. Ne kadar olduğumu ben biliyor muyum? Sanırım şimdi öğreniyorum.
Gelir diyorum, gelecek diyorum, belki gelir diyorum en son gelmeyecek diyorum. Onu arıyorum gizli gizli. Takıldığı yerlere takılıyorum, girip çıktığı yerlerde geziyorum, kendimden bile gizleyerek onu arıyorum. Kimi zaman beni seyrediyor, belki tranvay da şimdi önüme çıkacak diye paranoyaya kapılıyorum. Sonra açıkça aramaya başlıyorum. Kendimle birlikte kimseden gizlemeden, sora sora arıyorum, bulamıyorum. Onun yerine o adamı buluyorum. Pat diye çıkıyor karşıma, enine boyuna seyrediyorum anlamaya çalışıyorum. Neden bu adamı o kadar düşündüğünü, neden onu bu kadar şaşırttığını, Allah’ın belası bir neden arıyorum. Her şeyi kabullenip, birbirimize dayanıp yaşayabilecekken onu benden alıp nereye götürdüğünü bilmek istiyorum. Sormak yerine, açıkça anlatmak yerine aniden pis bir gurur yerleşiyor içime, garip bir tavra bürünüyorum. Okuma bayramlarında küçük kızların yüzündeki makyajlar kadar iğrenç bir kadınlık takınıyorum..
Sigara içmek istiyorum.. Sigara içmem ben hiç söylemiş miydim? Bir an sırt çizgisinin ne kadar güzel olduğunu fark ediyorum. Bir erkek için ne kadar pürüzsüz bir teni olduğunu, kollarını yastığın altına gömerek yüz üstü uyuduğunu ve neden bu kadar umarsız ve rahat uyuduğunu. Korkmuyor mu? Onun gelebileceğini düşünmüyor mu? Oysa ben bütün gece bunu düşündüm. Sevişirken bile. Sevişmek yanlış kelime içinde sevi geçen bir şey yok yaptığımızda düpedüz yatmak denir buna.
Sigara daima onda vardır bana sigarayı hep o verir. Hadi yak bir sigara. Sende bizdensin yak bir sigara. O edayla söyler bende o edayı kırmaz yakarım bir sigara. Bak ne haldeyiz! Erkeğinle yatıyorum! Hadi şimdi sen yak bir sigara!
Bir çift gözün beni seyrettiğini hissediyorum. Kafamı çeviriyorum, başını hiç kaldırmadan beyaz yastığın üzerinden, acıyan bakışlarla o adamın beni seyrettiğini görüyorum. Bir soru oluşuyor yüzümde ikimizin de yüzünde asılı kalıyor bu soru. ''Kimi bekliyorsun?’’ diyor. Susuyorum…
''Gelmez o. Gideli çok oldu’’ diyor. Sonra sesinde garip bir alay ''gelse de aşktan ölmez o’’ diyor.