Kendi sınırlarımızın nöbetindeyiz.
Belki en umarsız , belki en saldırgan, belki en coşkulu zamanlarda terk ediyoruz sınırlarımızı...
Kimse kimsenin istediği yerde olamıyor, kimsenin istediği yerde duramadığı gibi..
Hangi kör zamanlarda sadece görmek istediklerimi görüyorum?
Duyduklarım hangi sağır zamanlara denk düşüyor?
Ya inandıklarım..Hangi yalan yansımaların yanılsamasındayım?
Hangi umuda elimi uzatsam parmaklarımın ucunda tuz buz oluyor…
Mutluluğa gittiğine inanıp hangi sokağa girsem en derin çıkmazındayım çıkmaz sokakların..
Ne zaman çıkışı buldum desem en yüksek ve en sağlam duvara çarpıyorum...
Darmadağın un ufak oluyorum..
İçimdeki aynalar kırılıyor..
Geçmiş ve gelecek bütün yaralarıma saplanıyor kırıklar.
Acıyor kanıyorum en derinden…
Işığım sönüyor..
Kendi karanlığımın en kuytusuna sığınıyorum yarasalar gibi…
Susuz kalıyorum,aylardır yağmur düşmemiş kurak topraklar gibi…
Kuruyup parçalanıyor her bir hücrem…
İçimde bin bir emekle büyüttüğüm çiçeklerim soluyor…
Söylenmemiş sözlerle sulayıp kaktüs suskunluklar büyütüyorum…
Kendi çölümün ıssızlığında kayboluyorum..
Taşlaşan göz yaşlarımdan surlar örüp, kendi duvarlarımda hapsoluyorum…
Kendi bedenimde verdiğim müebbetle yetinmeyip soru işaretlerine kurduğum idam sehpasında asıyorum hayatımı…
Sessiz,suskun sorgulamalarda diriltip yeniden asıyorum sil baştan..
Sonra...
Kendi hiçliğime gömülüyorum….