prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /
İÇİNDEN ARAPÇIKANKUYU (!)
Çocukluğum............Köyümüzde, bir evin arka tarafındakuyu vardı. Üzerinde tahta bir kapak dururdu. Çocuklar bu kapağı kaldırır, yere diz çökerek, kuyunun derinliklerine doğru avaz avaz bağırırlardı. Özellikle erkek çocukları. Hepsi benim arkadaşlarım. Dikkat ediyordum, yaramazlıkları hep erkek çocukları yapıyordu genellikle. Bir defasındabir erkek arkadaşımız , yüksekçe bir tepeden aşağıya kaplumbağayı yuvarlamıştı.Zavallı kaplumbağa, yukarıdan aşağıya yuvarlanırken tıssss diye ses çıkarmıştı. Bu, galiba kaplumbağanın ağlama sesiydi. Çok üzülmüştüm. Bunu arkadaşıma söylediğimde nasıl alay etmişti benimle. Salak! Kaplumbağa ağlar mı! demişti. Neden ağlamasın, onun da canı var. Bence tüm canlılar ağlar. Ağaçlar, hayvanlar, hatta otlar bile. Birgün annem pırasa doğruyordu. Bir baktım, doğranan pırasa parçalarının uçları hep ıslak. Alınişte göz yaşı! Bundan iyi gözyaşı mı olur!
Kuyuya taş atan, taşın kuyuda çıkardığı sesi dinleyen yine erkek çocuklarıydı. Kuyunun ağzı, yer seviyesindeydi. Her an bir çocuk kuyuya düşebilirdi. Hatta bazı erkek arkadaşlar, kuyunun üzerinden atlayarak, ne kadar cesur olduklarını bize göstermek isterlerdi. Böylesineyaramazdı erkek çocukları. Onlar atlarken, ayakları takılıp kuyuya düşecekler diye ödüm kopardı. İşte o kuyuya çok yakın olan meydanda toplanırdı köyümüzün çocukları.
Burası, bizim oyunlarımız için çok uygundu. Büyük ceviz ağaçları nedeniyle gölgelikti. Yazın kullanılan ve saman taşınan çitler, biçilmiş buğdayların taşındığı sap arabası dururdu bir kenarda. Bir de hızar. İşte bunlar bizim oyuncaklarımızdı. Biraz da gözlerden uzaktı. Büyüklerin ikide bir bize müdahale etmelerinden kurtuluyorduk burada. Tırmanmakve salıncak kurmak için ağaçlar vardı. Ablam ağaca çıkmayı çok severdi. Ağacın en yüksek yerine hiç korkmadan tırmanırdı. Erkek çocuklarının sapan kaya ile avlayacakları kuşların uğrak yeriydi burası.
Ancak, bizim eve biraz uzak olduğu için, annem bizi buraya pek göndermezdi. Bazen zorla izin alırdık annemden.Oradaki kuyu yok mu, hepokuyunun yüzünden annem bizi oraya göndermiyordu. Evimize uzak oluşu bahaneydi, biliyordum.O kuyudan bir arap çıkar, sonra biz çocukları yermiş(!). Annem öyle diyordu. Acaba arap, o kuyunun içinde boğulmadan nasıl kalabiliyordu? Hele hele kuyuya taş atan çocukları, kuyunun üzerinden atlayanları, eğilip kuyuya bakanları hiç affetmezmiş bu arap(!). Annem bunu bize sık sık hatırlatırdı. Arabın nasıl bir yaratık olduğunu düşünür dururdum. İnsanla hayvan karışımı, koca dudaklı, kocaman dişli, uzun siyah tüylüve keskin pençelibir yaratık olabilirdi. Kimbilir şimdiye kadar kaç tane çocuk yemişti(!) .
Köyde, hiç sevmediğim ve kendisinden çok korktuğum bir amca vardı. Fazlı Amca........O amcayı görünce, korkudankarnım ağrırdı benim. İnsanın korkudan karnı ağrır mı? Belki inanmayacaksınız ama benim ağrırdı işte. Kendisi de bunu bilirdi. Beni görünce, bir elini karnına götürür, yüzünü buruşturarak, Ay karnım! Ay karnım! diye benim taklidimi yapardı. Annem o amcanın bana şaka yaptığını, aslında beni çok sevdiğinisöylerdi ama, ben inanmazdım. Benimle alay ettiğinden, beni hiç sevmediğinden emindim. Sevmezse sevmesin, ben de onu sevmiyorum zaten. Şimdi ona pis falan diyeceğim ama, ayıp olur.Hem annem çok kızar.Ama İsmail Amcamı çok seviyorum. İsmail Amcam beni harmana yerinde dövene(*) bindiriyor. Atların çektiği, buğday başaklarının üzerinde hızla dönen döveneoturuyoruz ikimiz. Uçuyoruz adeta.Düşmeyeyim diye İsmail Amcam belimden tutuyor beni. Bazen türkü bile söylüyor... Fazlı Amca mutlaka çok küçükken korkutmuş beni. Yoksa niye korkayım ondan? İsmail Amcadan niye korkmuyorum? Keşke kuyudaki arap,çocukları yiyeceğine Fazlı Amcayı yese. Ben de ondan kurtulsam. Ama ne mümkün! Fazlı Amca uzun boylu, iri yarı bir adam. Öyle araba falan yedirtmez kendini. Hatta öyle suratsız ki, arap onu görünce korkabilir. Yemekten vazgeçebilir.
İştebu arabın kuyudan çıkıp bizi yiyeceği korkusuyla, ben ve kardeşlerim kuyuya hiç yaklaşmazdık. Bazı çocuklar kuyuya taş atıyorlardı, üzerinden atlıyorlardı, eğilip kuyuya bağırıyorlardı; ama yine de arap kuyudan çıkıp bu çocukları yemiyordu.(!)Ne sabırlı bir araptı bu(!). Bunu anneme söylediğimizde annem ; Arabın ne zaman çıkacağı belli olmaz, sakın kuyuya yaklaşmayın. Çıkmaz çıkmaz, bir gün çıkacağı tutar. diyordu. Biz de kuzu gibi annemizi dinler, korkudan kuyunun hep uzağında dururduk....O arabın bize bir iyiliği de vardı. Araptan korktuğumuz için kuyuya yaklaşmıyor, böylece kuyuya düşmekten kurtuluyorduk.
Şimdi her kuyu gördüğümde, köyümüzü hatırlarım. Köyümüzün kuyusundan nasıl korktuğumu hatırlarım. Ve sorarım kendime: Kuyudan arap çıkacağına, nasıl oldu da inandım.