İslam'ın temel yapısını anlamak için Kur'an'ın ortaya koyduğu ilkelere bakmak gerekir. Bu ilkeler, dinin özünde herhangi bir aracı kurum, ruhban sınıfı ya da hiyerarşik yapıya yer olmadığını açıkça gösterir. İslam, müminler arasında eşitliği esas alan, yalnızca Allah'a kulluk üzerine bina edilmiş bir inanç sistemidir.
Kardeşlik: İslam'ın Temel İlişki Biçimi
Hucurat Suresi'nin 10. ayeti, müminler arasındaki ilişkinin mahiyetini net bir şekilde tanımlar: "Şüphesiz müminler kardeştir." Bu ifade, basit bir benzetme değil, İslam toplumunun kurucu ilkesidir. Kardeşlik kavramı:
Eşitlik üzerine kuruludur. Kardeşler arasında doğal bir hiyerarşi yoktur. Biri diğerinin efendisi, şeyhi, aracısı olamaz. Her mümin, aynı Yaratıcı'nın kulları olarak eşit konumdadır.
Doğrudan bağı ifade eder. Müminlerin birbirleriyle olan bağı, ortak bir üst makama değil, ortak bir imana dayanır. Bu bağ, araya başka unsurlar koymayı gerektirmez.
Aracısızlığı gerektirir. İki kardeş arasında üçüncü bir otorite figürüne gerek yoktur. Allah ile kul arasında da böyledir.
Kardeşlik, cemaat yapılanması gibi organizasyonel bağlılıktan köklü biçimde farklıdır. Cemaat, lidere itaat ve gruba aidiyet üzerine kuruludur. Kardeşlik ise müşterek sorumluluğu ve Allah karşısında eşit duruşu ifade eder.
Üstünlük Yalnızca Takvadadır - Ama Kim Bilir?
Hucurat Suresi'nin 13. ayeti, İslam'daki değer ölçüsünü belirler: "Şüphesiz Allah yanında en üstün olanınız en çok takva sahibi olanınızdır." Bu ayet iki kritik gerçeği ortaya koyar:
Birincisi: Üstünlüğün tek kriteri takvadır. Soy, sop, zenginlik, makam, bilgi, yaş, cinsiyet hiçbir şey takvanın önüne geçemez. Cahiliye döneminin tüm ayrıcalık kaynaklarını bu tek cümle sıfırlar.
İkincisi: Bu ölçü Allah katındadır. Yani kimin ne kadar takvalı olduğunu ancak Allah bilir. İnsan bu bilgiye sahip değildir, olamaz da. Dolayısıyla hiç kimse "ben daha takvalıyım" diyemez, hiç kimse "şu kişi kesin olarak daha az takvalıdır" hükmünü veremez.
Bu ikinci nokta son derece önemlidir çünkü her türlü dinî hiyerarşinin temelini çürütür. Eğer üstünlük takva ile ölçülüyorsa ve takva miktarını yalnızca Allah biliyorsa, o halde:
- Hiç kimse dinî otorite iddiasında bulunamaz
- Hiçbir grup kendini "seçkin" ilan edemez
- Hiçbir lider "ben Allah katında daha yakınım" diyemez.
Takva ölçüsünü bildiğini iddia etmek, gayb bilgisi iddiasıdır. Bu ise şirk kapısını aralar.
Nuh'un Oğlu: Kan Bağının Geçersizliği
Hud Suresi'nin 46. ayeti, İslam'ın aidiyet anlayışını en keskin biçimde ortaya koyar. Nebimiz Nuh'un oğlu için Allah şöyle buyurur: "Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o salih olmayan bir iş."
Bir nebinin öz oğlu bile, eğer salih değilse, o nebinin ehli sayılmaz. Bu ayetten çıkan sonuçlar devrimseldir:
Kan bağı koruma sağlamaz. En kutsal nesep bile, takva olmadan anlamsızdır. Nebi evladı olmak bile yeterli değilse, hangi soy, hangi silsile, hangi biat yeterli olabilir?
Aidiyet iman iledir. "Ehl" olmak, bir gruba, bir zümreye, bir tarikata mensup olmak değil, salih amel işlemektir. Mümin, salih ameli ile Allah'ın ehli olur.
Kutsallık aktarılamaz. Hiçbir manevi durum, hiçbir ruhani yakınlık miras yoluyla, silsile yoluyla, biat yoluyla geçmez. Her kişi kendi ameli ile sorumludur.
Bu ayet, tarikat ve cemaatlerin temelinde yatan silsile anlayışını temelden reddeder. "Falan şeyhin talebesi", "filan kutbun müridi" olmak hiçbir manevi değer taşımaz. Değer yalnızca kişinin kendi amelindedir.
Cemaat, Tarikat ve Mezhep: Kur'ani Bir Temel Var mı?
Kur'an'da cemaat, tarikat veya mezhep yapılanması imanın bir şartı, dinin bir rüknü ya da kurtuluşun bir unsuru olarak sunulmaz. Aksine Kur'an, parçalanmayı ve fırkalara bölünmeyi açıkça kınar. Allah müminlerden "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalarını ve parçalanmamalarını" ister. Din konusunda ayrılığa düşenlerden uzak durulması gerektiği bildirilir. Her fırkanın kendi inancıyla övünmesi kınanır. Kur'an, bireyi doğrudan muhatap alır. "Ey iman edenler", "ey insan", "ey insanlar" diye seslenir. "Ey falan tarikatın mensupları", "ey şu cemaatin üyeleri" diye bir hitap yoktur. Mümine yüklenen sorumluluk bireyseldir. Kıyamet günü herkes tek başına hesap verecektir. "O gün insan kardeşinden, annesinden, babasından kaçacaktır" buyrulur. Hiç kimse hiç kimseyi kurtaramayacaktır. Tarikat şeyhi de, cemaat lideri de hiçbir müridini kurtaramayacaktır.
Hiyerarşi İddiası Neden Sorunludur?
Cemaat ve tarikat yapıları, doğası gereği hiyerarşiktir. Şeyh-mürid, hoca-talebe, lider-üye ilişkisi üst-alt konumlandırması içerir. Bu yapı Kur'ani kardeşlik ilkesiyle çelişir çünkü:
Aracı sınıf oluşturur: Şeyh veya lider, Allah ile kul arasına girer. Mürşid olmadan yol bulunamayacağı, hoca olmadan din anlaşılamayacağı iddia edilir. Bu, İslam'ın "kulum ile aramızda aracı yoktur" ilkesiyle çelişir.
İtaat talep eder. Cemaat ve tarikat mensuplarından, lidere şartsız itaat beklenir. "Şeyhe muhalefet etme", "cemaatten ayrılma" gibi uyarılar süreklidir. Oysa itaat yalnızca Allah'a ve O'nun emirlerine yapılır.
Eleştiriyi engeller. Hiyerarşik yapılarda eleştiri, isyan olarak görülür. Sorgulama, küfür kabul edilir. Oysa Kur'an akletmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı emreder.
Gayb bilgisi iddiası içerir. Lider veya şeyh, müridinin manevi halini bildiğini, hangi mertebede olduğunu, Allah katındaki konumunu değerlendirebileceğini ima eder. Bu, ancak Allah'ın bilebileceği gaybî bilgidir.
İman Bireysel Bir Sorumluluktur
Kur'an'ın ortaya koyduğu din anlayışı, bireyi merkeze alır. Her insan doğrudan Allah'a karşı sorumludur. Bu sorumluluk devredilemez, paylaşılamaz, bir gruba havale edilemez.
"Her nefis kendi kazandığının karşılığını görecektir" buyrulur. "Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez" denilir. Bunlar, sorumluluğun bireysel ve devredilemez olduğunu gösteren ayetlerdir. Mümin, imanını bir başkasının imanına bağlayamaz. "Falan hoca mümin olduğuna göre ben de müminim" mantığı Kur'ani değildir. Her kişi kendi imanını tesis etmek, kendi amelini gerçekleştirmek, kendi hesabını vermekle yükümlüdür. Tarikat ve cemaatler, üyelerine bir "kolektif kurtuluş" vaadi verir. "Bizimle olursan kurtulursun", "bu yola girenler cehenneme girmez" gibi iddialar dile getirilir. Bu vaatler Kur'an'ın mesajıyla çelişir çünkü kurtuluş bireysel iman ve amele bağlıdır, grup üyeliğine değil.
Ruhban Sınıfının Reddi
Hristiyanlıkta din adamları sınıfı vardır: rahipler, piskoposlar, kardinaller. Bu kişiler sıradan insanlarla Allah arasında aracılık yaparlar, günah çıkarırlar, kutsama verirlerdi. İslam, bu tür bir ruhban sınıfını kesin olarak reddeder. Kur'an'da "Onlar bilginlerini ve rahiplerini Allah'tan başka rabler edindiler" ayetiyle, din adamlarını tanrısal konuma yükseltme eleştirilir. İslam'da hiç kimsenin dini bir ayrıcalığı yoktur. Bir alim, bir hafız, bir imam sıradan bir mümine göre Allah'a daha yakın değildir. Onların bilgileri ve görevleri olabilir ama maneviyat açısından hiç kimse kimsenin önünde değildir. Tarikat şeyhleri ve cemaat liderleri, fiilen bir ruhban sınıfı oluştururlar. Onlara atfedilen kutsallık, kerametler, manevi güçler tam da İslam'ın reddettiği aracı sınıfın yeniden inşasıdır.
Takva Gasbı: En Büyük Küstahlık
Bir insanın veya grubun kendini "daha takvalı" ilan etmesi, Allah'ın hüküm alanına tecavüzdür. Takva ölçüsü Allah'ın elindedir ve hiç kimse bu ölçüyü kullanamaz. Tarikat ve cemaatler, üyelerini "seçkin", "kurtulmuş", "hakikat ehli" olarak tanımlarken, dışarıdakileri "cahil", "sapık", "kayıp" olarak görürler. Bu ayrım, takva ölçüsünü ele geçirmektir. "Biz Allah'a daha yakınız", "bizim yolumuz daha doğru", "bizim anlayışımız daha sahih" gibi iddialar, gayb bilgisi iddialarıdır. Hiç kimse başkasının Allah katındaki konumunu bilemez, kendi konumunu bile kesin olarak bilemez. Takva, kalbin gizli halidir. Dışarıdan görülen ibadetler, takvanın göstergesi olabilir ama kesin ölçüsü olamaz. Çünkü riya, gösteriş, çıkar her zaman mümkündür. İçten ne geçtiğini yalnızca Allah bilir.
Birlik mi, Aidiyet mi?
İslam müminlerin birlik olmasını ister ama bu birlik, cemaat aidiyetinden farklıdır. Birlik, ortak iman ve ortak değerler etrafında bir araya gelmektir. Aidiyet ise bir gruba bağlanma, o grubun dışındakileri "öteki" olarak görme anlamına gelir. Kur'an'ın istediği birlik, tüm müminleri kucaklar. Herhangi bir etiket, isim, grup sınırı koymaz. "Müminler" der, başka bir ayrım yapmaz. Tarikat ve cemaatler ise kendi mensuplarını esas alır, diğerlerini "dışarıdakiler" olarak konumlandırır. Bu ayrım, parçalanmaya yol açar. Her grup kendi doğrusunu mutlaklaştırır, diğerlerini yanlışla itham eder. Oysa Kur'an'ın emri açıktır: "Din konusunda ayrılığa düşmeyin." Kur'an'ın ortaya koyduğu İslam, tekil sorumluluk, evrensel kardeşlik ve hiyerarşisizlik üzerine kuruludur. Bu dinde:
- Aracı yoktur, herkes doğrudan Allah'a kulluktadır
- Ruhban sınıfı yoktur, herkes eşit konumdadır
- Üstünlük kriteri takvadır ama onu yalnızca Allah bilir
- Kan bağı, silsile, biat hiçbir manevi değer taşımaz
- Kurtuluş bireysel iman ve amelledir, grup üyeliği değildir
Cemaat, tarikat ve mezhep yapıları, İslam'ın özüne sonradan eklenmiş unsurlardır. Tarihsel, sosyolojik, psikolojik sebepleri olabilir ama Kur'ani bir temelleri yoktur. Mümin, hiçbir beşere, hiçbir gruba, hiçbir organizasyona değil; yalnızca Allah'a ve O'nun indirdiği vahye bağlıdır. Bu bağlılık doğrudan, aracısız ve eşitlikçidir. İslam'ın özü budur: Bir Allah, bir vahiy, eşit kullar ve herkesin kendi sorumluluğu. Bunun üzerine bina edilen yapılar dindir. Bunun dışına çıkan yapılar ise din adına kurulmuş beşeri organizasyonlardır.