"Tanrı öldü. Bu da yetmezmiş gibi, vergi memurları kapımı çalıyor." - Friedrich Nietzsche"

İslam’ın Ticarileşme Serüveni: Tevhid Dininden Ekonomik Sisteme

İslam'ın özünden uzaklaşarak bir "ticarethane"ye dönüşme sürecini ele alan bu metin, dinin tarihsel dönüşümünü inceliyor. Nebimiz Muhammed dönemindeki saf haliyle İslam'ın tevhid ve adalet temelli yapısının, zamanla iktidar ve servet ilişkileri içinde nasıl yozlaştığını anlatıyor. Dini otoritelerin siyasi güçle yakınlaşmasının ve din üzerinden kazanç sağlama anlayışının İslam'ın özgün değerlerinden uzaklaşmaya neden olduğunu vurguluyor.

yazı resim

**İslam dininin bir "ticarethane"ye dönüşmesi süreci, tarihsel, sosyolojik ve dini boyutları olan karmaşık bir süreçtir. Bu süreç, İslam’ın saf ve ilk haliyle değil zamanla, özellikle iktidar, servet ve dini sınıfın etkileşimiyle şekillenen bir yozlaşma süreciyle ilgilidir. Nebimiz Muhammed’in yaşadığı dönemde İslam, tevhid (Allah’ın birliği), ahiret bilinci, adalet, paylaşım, bireysel sorumluluk ve ahlaki temellere dayalı bir dindi. Ticaret helaldi ama din üzerinden kazanç sağlamak ahlaki olarak hoş karşılanmazdı. Nebimiz Muhammed, vahyi karşılıksız iletir, “Ben bunun karşılığında sizden bir ecir istemiyorum” (Şuara 109) diyerek dini ticaret aracı yapmazdı. Emevîler, dini kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için kullandılar. Halifelik kurumuyla birlikte, dini temsil iddiası siyasal güce entegre oldu. Dini otoriteler saraya yakınlaştı fetvalar siyasi çıkarla uyumlu hale geldi. Cuma hutbeleri bile halifeye övgüyle dolmaya başladı. Abbasiler Dönemi'ne gelindiğinde din, kurumsal hale geldi. Medreseler kuruldu. Bu, hem eğitim sistemiydi hem de “resmî din yorumu”nun üretildiği bir merkezdi. Farklı görüşler sistemleştirilip doktrinleştirildi hak-batıl ayrımı siyasi ve mezhebî çizgilere göre yapıldı. Sayısı on binleri bulan hadis rivayetleri ortaya atıldı bir kısmı iktidarın veya zengin sınıfın çıkarına hizmet etti. "Zenginler cennete kolay girer" gibi sahihlikten uzak, çıkar odaklı söylemler üretildi. Tasavvuf dönemine gelindiğinde tasavvuf ilk başta dünyevi çıkarı reddeden bir hareketti. Sonraki Dönemde tarikatlar vakıflar kurdu, zengin bağışları aldı. Şeyhler geniş mülkler ve servetler biriktirdi. Bazı tarikatlar şeyhlerin “keramet” gösterileriyle gelir elde etmeye başladı. Şeyhe bağlılık, Allah’a bağlılıktan öne geçti. Osmanlı Döneminde kadılar ve müftüler devlet memuru oldu. Fetvalar ekonomik, siyasi hedeflere göre şekillendi. Hayır amaçlı olsa da birçok vakıf, dini gerekçe ile büyük mal varlıklarını yönetti. Vakıf yöneticiliği çıkar kapısına dönüştü. Para karşılığı sevap kazanma, türbe ziyaretleri, yatırdan medet umma gibi halk hurafeleri "ekonomik modele" entegre edildi. Modern Dönemde dini içerik üzerinden reyting ve sponsorluk alan “popüler hocalar” türedi. Vaazlar gösteriye, kitaplar ticari ürüne dönüştü. Özellikle Suudi Arabistan’ın bu alanı ticarete dönüştürmesiyle milyar dolarlık bir sektör doğdu. İslami finans ve bankacılık kurularak faizin adı değiştirilip “kar payı” denilen sistemlerle dinî hassasiyetler üzerinden kazanç sağlandı. Kur’an, dini dünyalık çıkar aracı yapmayı şiddetle eleştirir:
>"Ve Benim ayetlerimi azıcık bedele satmayın ve Ben'den korkun."(Bakara suresi 41. ayet)
>"Şüphesiz Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa satanlar işte onların ahirette payı yoktur. Ve kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak ve onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Ve onlar için elim bir azap vardır."(Ali İmran Suresi 77. ayet)
Nebimiz Muhammed hiçbir zaman din üzerinden kazanç sağlamamış, malını infak etmiş ve “ben de sizin gibi bir beşerim” demiştir. Bugün din hizmeti adı altında zenginleşen yapılar, saraylarda yaşayan din adamları, milyonluk arabalarla gezen “şeyhler” ve Diyanet İslam’ı bir ticarethaneye dönüştürmüştür. İslam, özü itibariyle arınmayı, paylaşmayı, adaleti ve Allah’a yönelmeyi emreder. Ancak tarihsel süreçte dinin temsilcileri olduğunu iddia edenler onu bireysel ve kurumsal çıkarlar için araç haline getirince “ticaret dini” ortaya çıkmıştır.

**

Yorumlar

Başa Dön