Emre, ağabeyimin ikinci oğlu. 35 yaşında bir avukat. Birkaç yıl Adanada çalıştı. İstanbul Barosuna girip orada da çalıştıktan sonra kararını Adanada kıldı ve buraya kesin dönüş yaptı.
Emre de benim gibi geç evlenmeyi başaranlardan biri oldu. Ben de ancak 35 yaşına kadar dayanabilmiş ve sonra pes etmiştim.
Emre, düğününü İstanbulda yaptı. Pendikte bulunan Divan Otelin en üst katında. Mütevazi bir düğün oldu. Davetli sayısı 50 kişi ile sınırlıydı. Gelenler de çok yakın aileler, oğlanın ve kızın yakın arkadaşları idi.
Yemekli bir düğündü. Bizim geleneklerimizden oldukça farklıydı. Misafirler, yuvarlak bir masaya yerleştirilmişti. Önce şahitler huzurunda nikâh kıyıldı. Sonra damat ve gelin masa masa dolaşarak gelen misafirlere Hoş geldiniz diyerek teşekkür ettiler. Arkalarında da genç bir bayan. Bu bayanın elinde küçük bir torba. Misafirler, gelin ve damadı tebrik ettikten sonra takılarını veya bir zarf içine koydukları paraları bu torbaya atıyorlar sonra beraber resim çekiyorlardı.
Gelin Hanım, ilk defa yanıma oturdu Hoş geldiniz amcacığım. Kıbrıstan gelmekle bizi çok mutlu ettiniz. dedi. Zaten, o güler yüzü ister istemez insanı kendine bağlıyordu. Eminim ki yıllarca evliliğe meydan okuyan yeğenim Emre de bu güler yüze ve içtenliğe teslim olmuştur. Kendilerine ömür boyu mutluluklar diliyorum
Uzun zamandır göremediğimiz yakınlarımızı da bu düğün vesilesiyle görmüş olduk. Ağabeyim Naci Beyi, Yengem Sevgi Hanımı, büyük oğulları yeğenim Burak ve sevgili eşi Özen Hanımı gördüm. Tabii onlarla birlikte şeker, bal gibi çocuklarını
Ben, kız kardeşim Hediye ile tüm Yozcu ailesini temsilen gitmiştim. Düğün evinin kalabalık olacağını düşünerek günlerce önceden Çamlıcadaki Adile Sultan Kasrı Öğretmenevinden yer ayırtmıştım. Bizi samimiyetle karşılayan büyük gelinimiz Özen Hanım, Amca, biz dururken Öğretmen evine yerleşmek olur mu? Evimiz, sizin eviniz. Biz, sizi bekliyorduk dedi. Düğün halleri belli olmaz. O nedenle biz sizi rahatsız etmeyelim dedim. Ama olmadı bu. Bir dahaki sefere kesinlikle bırakmam dedi. Teşekkür ettim ben de kendisine
Adile Sultan Kasr,ı tarihi bir mekân. En büyük özelliği de bütün Hababam Sınıfı filmlerinin orada çevrilmiş olması. Beyaz ve büyük bir yapı. Çok geniş bir bahçesi var. Burası aile çay bahçesi olarak düzenlenmiş. Hem burada kalan öğretmenlere, hem de dışarıdan gelen herkese hizmet veriyor.
Otel kısmı, bu bina değil. Birkaç metre aşağıda A ve B Blok olarak yapılmış ek binalar var. Bunlar, otel olarak hizmet veriyor. Modernce düzenlenmiş. Çağdaş bir otel biçiminde. Her şey var.
Ana bina, yani Hababam Sınıfı filmlerinin çekildiği mekân müze olarak hayata geçirilmiş. Hababam Sınıfı ruhunu aynen yaşıyorsunuz.
İç kısmı lüks bir restoran olarak hizmet veriyor. Akşam yemeğini burada yiyoruz. Sanki biraz sonra İnek Şaban ile Güdük Necmi yanımıza gelecekmiş gibi hissediyoruz. Veya Adile Naşitin hemen arkamızda ikinci kattan aşağıya doğru dolanarak gelen merdivenlerden zil çalarak koşuyor vaziyette geleceğini düşünüyoruz.
Öğretmenler odasının bulunduğu mekânda akşam yemeği yiyoruz. Ön kısımda ise Şener Şenin Beden Eğitimi dersleri verdiği mekânda resimler çekiyoruz. Mahmut Hoca, yukarıdaki pencereden bize bakıyor gibi sanki Bahçeye oturup çay ve kahve içiyoruz.
Unutamayacağımız anlar yaşayarak düğün yerine gidiyoruz. Yengemin yeğeni olan Bera, bizi alıp otele götürüyor. Bu, Berayı benim ikinci görmem. Daha önce de İstanbul Havaalanından bizi alıp eve götürmüştü.
Bera, çok saygılı, efendi ve yardım etmeyi çok seven bir genç. Ama Onun da yaşı artık evlenme çağına gelmiş ki, arabada bulunan halası Gül Hanım ona takılıyor: Artık seni de baş göz edelim diyor. Vakti geldi de geçiyor diyor. Burada ben dayanamayıp araya giriyorum. Bera, akıllı adamsın. Kal böyle. Evlenip de ağrımaz başını ağrıtma diyorum. Gülüşüyoruz. Eniştesi Attila Bey: Her şeyin güzel bir yanı vardır. Sen de güzel yanlarına bakarsın diyor
Düğün yerinde Haluk Beyi görüyoruz. Yengemin kardeşi. Sessiz, sakin, Güleryüz ve içtenlikle bize Merhaba, Ben Haluk. Hoş geldiniz diyor. Ayaküstü sohbet edip hal hatır soruyoruz. Burak, yanımıza geliyor ve derin bir hoşsohbete başlıyoruz.
Gelinimiz Özen Hanımın babasından söz etmeden yapamayacağım. Kendileri tam bir İzmir Beyefendisi. Emekli matematik öğretmeni. Çok hoş sohbeti olan biri. Her konuda sohbet etmeniz mümkün. Oldukça kültürlü bir insan. Ara ara bir araya gelip siyaset konuştuk
Gecenin sonunda otelimize dönüp kendimizi yatağa atarak günün yorgunluğunu çıkardık.
Ertesi gün Üniversiteden Okul arkadaşım Osman Bölükbaşıdara ile buluşacağız. Onun hasreti ile hemen uykuya dalmışım
Osman Bölükbaşıdara İle Samatyada
Osman Bölükbaşıdara, üniversiteden sınıf arkadaşım. Aslen, Kırşehirin Mucur İlçesinden. Usta saz şairimiz, Türkü adamımız ve bestekarımız Neşet Ertaşın diyarından
İstanbulda olduğumu sosyal medyadan öğrenince hemen beni aramıştı. Ertesi akşam buluşmak üzere anlaştık.
1984 yılında Erzurumda Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümüne kayıt yaptırınca Osman Bölükbaşıdara ile tanıştık. Kendisi daha önce üniversiteyi kazanmış, okula kayıt yaptırmış ve fakat çeşitli nedenlerle eğitimi yarıda bırakmak zorunda kalmıştı.
Gümrük Dairesinde memurluğa başlamış, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştu. Yıllar sonra çıkan aftan da yararlanarak öğrenciliğe tekrar dönmüştü. Bu nedenle yaşça bizden büyüktü. Hem çalışıyor, hem de okuyordu. Osman Bölükbaşı gibi 3 kişi daha vardı aynı durumda olan. Tabii ister istemez bunlar sınıfımızın büyükleri olduğundan hepimizin ağabeyleri durumundaydı. Birçoğumuz da onlara sınıfın Üst Konsey Üyeleri diyorduk.
Osman Bölükbaşıdara, tüm sınıfa gerçekten ağabeylik yapmıştı. Herkesin derdine merhem olur, herkese yardım eder ve herkesi severdi. Tabii herkes de onu severdi.
Sınıfımızın futbol takımının kalecisiydi aynı zamanda. Türkoloji maçları kıran kırana geçerdi. Her yıl Türkoloji şampiyonası düzenlenirdi Bölüm Başkanlığı tarafından. İkinci yıl, şampiyon bile olmuştuk. Ben de oyunculardan biri olarak o zevkli anı beraber yaşamıştık.
Osman Ağabey, ders notlarını büyük titizlikle tutar, evde temize çeker, daktilo eder ve fotokopi ederek isteyen herkese dağıtırdı. O zamanlar bilgisayar denen olay henüz yoktu. Böylece ders eksiği olanlar Osman Ağabeyimizin sınıfa sunduğu amme hizmetiyle eksiklerini giderirdi.
Osman Ağabey ile Eminönünde buluştuk. Akşamüzeriydi. Kendisi şu an İstanbulda Gümrük Müdürlüğü görevinde bulunuyor. Edebiyatta oluğu gibi mesleğinde de kendini sevdirmiş ve ilerlemişti. Samatyaya Balık yemeye gidelim. Orası çok güzel dedi.
Samatya, aynı zamanda Şener Şen ile Türkan Şorayın yıllar önce oynadığı İkinci Bahar adlı dizi filminin çekildiği mekân. Bu filmde, bir restaurantta Ali Haydar Ustanın başından geçen ilginç olaylar anlatılıyordu. Tabii ister istemez burası da ünlü oldu ve ziyaretçileri arttı.
Farklı ve güzel bir mekân. Osman Ağabeyin her zaman geldiği, özel misafirlerini getirdiği mekâna oturup balık yedik. Lezzetli ve güzel bir balıktı doğrusu. Mütevazı bir yerdi. Sade döşenmiş, gösterişe kaçmayan, temiz, hoş ve küçük bir yerdi
Yemekler yenirken geçmişi yâd ettik Osman Ağabey ile. Üniversite yıllarını konuştuk. Çektiğimiz çileleri ama bir o kadar da güzel olan dostluklarımızı konuştuk. Unutamadığımız anıları tekrar yaşadık. Dostlarımızı yâd ettik
Tabii iki edebiyatçı bir araya gelir de şiirden söz edilmez mi? Biz, yine şiirle başladık muhabbete
Haydi Abbas vakit tamam,
Akşam diyordun işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Birbirimize şiir okurken, söz, Usta Âşıklarımızdan Hilmi Şahballıya geldi. Osman Ağabey, Onun İstanbulda yaşadığını, tanıştıklarını ve dost olduklarını söyledi. Şahballının şiirlerinden örnekler verdi.
Şahballının kendisi için yazdığı şiir çok hoşuma gitti:
Bu günkü konumuz Mucur Kırşehir,
Kavuşmalı nazlı yara dediler,
Hiç kimseye küsme, eyleme kahır,
Sevdiğin Dostları ara dediler.
Ozanların diyarına varırsan
Kültürünün mihengini sorarsan
Kırşehirde Şair, yazar ararsan,
Osman Bölükbaşıdara dediler
Hilmi Şahballı 1953 yılında Kahramanmaraşın Türkoğlu kazasında dünyaya gelmiş bir sanatçımız. İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş'ta tamamlamış. Şiir yazmaya 1972 yılında başlamış. 1973 yılında Dengin Plak Şirketinin düzenlemiş olduğu Âşıklar Yarışması'nda 1. seçilerek kendisine "ŞAH" unvanı verilmiş ve o günden sonra "Hilmi Şahballı" adını kullanmış. Sonra da Mahkeme kararı ile soyadını "Şahballı" olarak değiştirmiş.
Şahballı, yıllarca birçok ülkeyi gezmiş ve türkülerimizi okuyarak Türk Kültürünü dünyada tanıtmış. 750'nin üzerinde şiiri bulunmaktadır. Bu şiirlerin 300 ünü bestelemiştir.
Osman Bölükbaşıdara, geçtiğimiz yıl Mübarek Hac görevini yerine getirdi. Sayın Hilmi Şahballıdan helallik istemesi üzerine Benden de o mübareklere selam ilet demesi üzerine Osman Ağabeyimiz kutsal topraklara ayak bastığında, mübarek yerlere yüz sürdüğünde üzerindeki bu yükün kalkması için şu şiiri okumuş:
Beytül Haremdeki aşkın seline,
Lebbeyk Lebbeyk diyen gönül teline,
Çeşm-i Cihan içre Kâbe Evine
Üstat Şahballıdn selam getirdim.
İbrahim, İsmail, Hacer Anneye,
Hacerül-Esvete, Safa Merveye,
İlahi Şifamız Ab-ı zemzeme,
Mihman Şahballıdan selam getirdim.
Arafat Namında seçkin beldeye,
Beşer günahının bittiği yere
Ardından Mukaddes Müzdelifeye,
Sultan Şahballıdan selam getirdim.
Cebel-i Nurdaki Hıra Dağına,
Cennet-i Bakide ervah çağına,
Uhut Dergahına, şehit bağına,
Ozan Şahballıdan selam getirdim.
Nebinin sıddıkı Ebu Bekire
Adalet timsali olan Ömere
Osmana, Hamzaya, Yiğit Aliye
Aşık Şahballıdan selam getirdim.
Nebi-yi Kibriya, Habibullaha,
Sebeb-i Kainat Rahmetullaha
Miraçta Ümmetim diyen O Şaha
Hilmi Şahballıdan selam getirdim.
Yemekten sonra Osman Ağabey Bir Boğaz turu yapalım. İstanbulun güzelliğini bir de gece gör. dedi. Arabaya atlayıp güzel bir gece yolculuğuna çıktık.
İstanbulun gece yüzü daha başka bir güzeldi. Her taraf ışıl ışıldı. Adeta ışıktan yaratılmış bir dünyada geziyorduk. Beşiktaş, Ortaköy, Bebek, Emirgan, Sarıyer, Tarabya derken Rumeli Fenerine kadar gittik. Gece olduğundan yol, İstanbulun o bildik yoğun trafiğine göre sakindi
İstanbul Boğaz Köprüsü rengârenkti. Bambaşka bir güzel görünüyordu. Bu güzelliği teneffüs ederek ilerledik. Tabii okul yıllarımıza geri dönmüştük. O yılları, tekrar halde yaşadık Ne güzel günlerdi o günler Ne unutulmazdı. Sımsıcak bir sevgi, bitmek tükenmek bilmeyen bir dostluk ve ömür boyu sürecek bir kardeşlik
Gece o kadar ilerlemişti ki artık yorgunluğumuz kendini hissettirmeye başlamıştı. Ben, Asya Yakasında Çamlıcada Öğretmen Evinde kalıyordum. Osman Ağabey, Avrupa Yakasındaydı. Ben bırakırım seni. dedi. Bizim Bilge Hatun, yolu gösteriyor merak etme dedi
Bilge Hatun dediği Neafigation denilen, yol bulmaya yarayan bir bilgisayar programı. Telefona yüklenen bu program, internet aracılığı ile size yol rotasını belirleyip gideceğiniz yola kadar tarif ediyor ve sizi oraya götürüyor.
Gerçi bizim Bilge Hatun, gece yolu biraz şaşırdı ama biz, yine bildik yöntemlerle yolumuzu bulduk. Otele geldiğimizde benim yorgunluktan tükenmişliğim hissediliyordu. Vedalaşıp ayrıldık Osman Ağabey ile
Unutulmaz bir gece yaşamıştık eski ve kadim bir dostla Kim bilir bir daha ne zaman bir araya gelecektik?
Her şey için sana teşekkür ediyorum Osman Ağabey İyi ki varsın İyi ki gerçek bir dost, gerçek bir ağabeysin