Filmin Künyesi
Yönetmen: Yann Samuell
Senaryo: Yann Samuell,Jacky Cukier
Görüntü Yönetmeni: Antoine Roch
Kurgu: Andrea Sedlackova
Yapımcı: Christophe Rossignon
Yapım yılı ve ülkesi: 2003, Fransa
Tür: Romantik-Komedi
Süre: 93 dk.
Oyuncular:
Guillaume Canet (Julien)
Marion Cotillard (Sophie)
Thibault Verhaeghe (8 yaş. Julien)
Josephine Lebas-Joly (8 yaş. Sophie)
Her ne kadar Türkçeye “Cesaretin Var mı Aşka?” olarak çevrilmiş olsa da Jeux d'enfants -"Çocuk
Oyunu" adına yakışır, masalsı, deli dolu, inatçı, hastalıklı ölçüde ısrarcı, çift sonlu bir film.
Her ikisi de çocuk kalmak konusunda kendilerinden emin iki çocuğun ailelerinin ya da okullarının
onlara uygun gördüğü yaşam modellerini reddedip, kendi sorunlu dünyalarını renklendirmek için
uydurdukları, kendi dünyalarını yaratıp onun haricindekileri istedikleri gibi algılamayı seçtikleri, bir
teneke kutuyla başlayan, başlangıçta eğlence dolu görünse de sonrasında tamamen hastalıklı olan,
cesaret oyunun, tüm hayatlarının anlamını oluşturacak bir trajedi haline dönüşmesinin öyküsü.
Kutu kimdeyse görevi o verecek diğeri de yapacaktı. Basit ve adil bir oyun. Yeri gelecek minik Julien
müdür'ün karşısında zevkle çişini edecek (hem de müdür disiplin üstüne nutuklar atarken), yeri
gelecek abla düğününde örtüler çekilip pastalar yerlere saçılacaktı, ne olursa olsun kural ve sıra
bozulmayacaktı. - Cap Pas Cap? (var mısın?) - Cap (varım)
Öylesine dürüst ki oynadıkları oyun görüşemedikleri anda bile verdikleri söze sadık kalıyorlardı:
Julien, Sophie’nin teneke kutuyu verirken “bir saat boyunca tek ayak üzerinde zıplayacaksın” demesi
üzerine, hastane odasında ölüm döşeğindeki, kanser hastası annesinin yanında beklerken bile tek
ayak üzerinde zıplamaktan vazgeçmiyor. Tek farkla:
Julien’in annesi için dileği “iki karo atlarsa iyileşecek, üç karo atlarsa tamamen iyi olacak dört karo
atlarsa eve gelecek” dilekleriyle. Anne ne yazık ki eve gelemiyor ve iddiada hiçbir zaman üçüncü bir
şahsın iyiliği için bir şey yapılmıyor.
Aradan yıllar geçtiği halde oyundaki kural da sıralama da, sadizm ve mazoşizm bozulmuyordu:
-Beni üzmeye mi çalışıyorsun, beni asla üzemezsin!
diyen Sophie Julien tarafından dört yıl sonra feci halde üzülebiliyor.
Bunu Julien, çocukça, obsesifçe ve saçma sapan bir inat uğruna yapıyor ve film inandırıcılıktan
uzaklaşıyor. Aynı obsesif hali tren geldiği ve Sofie’nin ezilme tehlikesine karşın tek kelime etmeyerek
de gösterebiliyor.
Masalların inandırıcılığı yoktur evet ama yine de insan masalın içinde kendisini Hansel veya Gratel
görüp o çikolata evin tadına bakmak ister. Burada o duyguyu alamıyorsunuz. Askın gerektirdiği ne
tutkuyu, ne sadakat, ne de birine kendinden daha fazla değer verme güdüsünü hissetmiyorsunuz ve
sonuçta ortaya çıkan bana göre AŞK olmuyor hastalıklı ve sosyopat iki kişiliğin birbirleri karşısındaki
iddia savaşındaki kazanma hırsları oluyor.
Bu filmde ben "AŞŞŞK"ı hissetmedim, sosyopatik, takıntılı, obsesif bir şey vardı ortada ama adı aşk
değildi bence. Bu hastalıklı yanı Julien bir on yıl daha beklemesi gerektiğini anlatırken
kurduğu “Racine’in trajedileri gibi” cümlesinde aslında ne kötü bir durumda olduğunu özetlemekte ve
kendi öz eleştirisini de yapmaktadır. Jean Racine, Fransız yazar, yazdığı 12 eserin 11’i trajedi 1’i
komedi türündedir.
Racine’in karakterleri de kontrolüne alamadıkları tutkularının sarmalında anlatılır
O her şeye rağmen iyiydi, hepsi bu..
On yıl boyunca hiç görünmedi,
Üç bin altı yüz elli iki gün
ve üç bin altı yüz elli üç gece..
Oyun bitti, oyunlar;
Benim var oluş nedenlerim bitti..
Hayat Racine'in bir trajedisindeki gibiydi;
Hangi acı, hangi sevinç beni kendime getirebilirdi?
Nerdeyim, N’apmıştım ve N’apmalıydım?
Beni nasıl bir değişim ve hüzün bekliyordu?
Oyun oynamaktan hoşlanıyor muydum?
Sofi beni öldürmüştü, gebertmiş, boğazlamış, becermiş
ve beni mahvetmek için her şeyi yapmıştı.
Geçmişi düşünmekten vazgeçtim
ve var oluşumun mutluluğunu yaşadım.
Filmde aklımda kalan birkaç sahneden en önemlisi ve muhteşemi, Julien'in on sene sonra kendini
tanımlarken kullandığı '10 yildir sahibini bekleyen kopek gibiyim' benzetmesi sonrası, kapıdan giren
kadını Sophie'ye benzetip ona Sophie derken ve bakarken ve sonrasında gelenin Sophie olmadığını
anladığındaki gözündeki o ifade o müthiş bir vurgu.
Sophie'nin doğallığını da beğendim ve Edith'in şarkısı bu kadar çok çalındığı için 2007'deki La Vie en
Rose yönetmeninin Edith rolunu Marione dışında kimselere vermemesi de bence oldukça iyi bir seçim
olmuş.
bakışlarımı düşüren gözler,
dudaklarında kaybolan o gülüş,
işte su katılmamış portresi
ait olduğum adamın.
kollarına aldığında beni,
sessizce bir şeyler fısıldadığında,
ah ne denli pembe görüyorum hayatı.
aşk sözcükleri söylüyor bana,
her zamankinden,
ve bir şeyler oluyor sonra bana.
giriverdi işte kalbime
mutluluğumun ortağı
sebebini bildiğim.
benimsin sen dedi.
bense onun,
yaşam boyu,
söyledi bunu bana, hatta yeminler etti hayatı üstüne.
ve onu gördüğüm ilk andan bu yana
hissediyorum
deli gibi çarpan bu yüreği
hiç bitmeyen aşk gecelerini
yerini bulan yüce bir mutluluk
sorunlar, yaslar, evreler.
mutlu yine de, ölümüne mutlu.
kollarına aldığında beni,
sessizce bir şeyler fısıldadığında,
ah ne denli pembe görüyorum hayatı.
aşk sözcükleri söylüyor bana,
her zamankinden,
ve bir şeyler oluyor sonra bana.
giriverdi işte kalbime
mutluluğumun ortağı
sebebini bildiğim.
benimsin sen dedi.
bense onun,
yaşam boyu,
söyledi bunu bana, hayatı üstüne yeminler etti.
ve onu gördüğüm ilk andan bu yana
hissediyorum
deli gibi çarpan bu yüreği.
Yönetmenin ilk filmi olmasının eksiklerini hissettim bolca, hem diyaloglarda ve hem de kurguda. Ona
karşın görsel efektlere ve görüntülerin geçişlerine bayıldım. Özellikle de Âdem ile Havva sahnesindeki
kurgulamaya ve hayatın gözlerinin önünden geçme sahnesine. Patlayan bir arabadan nasıl kafada bir
sıyrıkla çıkılacağına ve de nasıl tek yumrukla öbür tarafa gidilip dönüleceğine şaşırdım.
Filmin iki sonu var demiştim, ben ikinci sonu tercih ettim. İlk sonda ise bence Sophie ve Julien’in o
hastalıklı taraflarıyla savaşmaktan yorulmalarından kaynaklı olabilir.
2003’te Grand Prix Asturias En İyi Senaryo, 2005 Golden Trailer En İyi Romantik film ödülüne aday
gösterildi.
2004’te Newport Beach Film Festivali’nde Jüri Ödülü kategorisinde Drama bölümünde, En İyi Aktris
Ödülünü Marion Cotillard ve En İyi Film ödülünü kazandı.
2005’te Palm Springs Uluslar arası Film Festivali’nde John Schlesinger Ödülünü filmin yönetmeni
Yann Samuell kazandı.
...
Sophie was back in the game! Pure, raw, explosive pleasure! Better than drugs, better than smack!
Better than a dope-coke-crack-fix-shit-shoot-sniff-ganja-marijuana-blotter-acid-ecstasy! Better than
sex, head, 69, orgies, masturbation, tantrism, Kama Sutra or Thai doggy-style! Better than banana
milkshakes! Better than George Lucas's trilogy, the muppets and 2001! Better than Emma Peel,
Marilyn, Lara Croft and Cindy Crawford's beauty mark! Better than the B-side to Abbey Road, Jimmy
Hendrix and the first man on the moon! Space Mountain, Santa Claus, Bill Gates' fortune, the Dalai
Lama, Lazarus raised from the dead! Schwarzenegger's testosterone shots, Pam Anderson's lips!
Woodstock, raves... Better than Sade, Rimbaud, Morrison and Castaneda! Better than freedom, better
than life!
...
İyi seyirler.
reyan yüksel