Kime Aitsin?

İçime dönerek soruyorum; "Nereye aitsin" Bu soru sırf marjinal kalınsın diye "Hiçliğe aidim" gibi basit bir cevapla geçiştirilemeyecek kadar ciddiye alınmalıdır. Doğadaki her şeyin "aidetliği" mevcuttur. Her insan da, bir başka "iç"liğe aittir.

yazı resim

Sahipsizlik, ya da "aidiyetsizlik" her ne kadar şiirsellik koksada özünde hiç bir anlam ifade etmez. Her canlı ve cansızın bir sahibi var elbet. Bunu söylerken, "ulvi bir söylem" çağrışımı yaparak "Evet bizi yaradan Allah ve herkesin sahibi o" şeklinde bir yaklaşımı kastetmiyorum.
Dediğim şey; gerçek anlamda bir sahiplenme duygusunun, insanın "içlerinde" "nereye ait olduğunu anlaması" olgusudur.
Bazılarımız elbette "yaratana aitlik" duygusunu ifade edebilir.
Ama yaptıklarımız ve düşündüklerimizi dikkate alındığında durumun oldukça farklı, karışık ve içinden çıkılmaz bir hal aldığını görebiliriz.

İçime dönerek soruyorum; "Nereye aitsin"

Bu soru sırf marjinal kalınsın diye "Hiçliğe aidim" gibi basit bir cevapla geçiştirilemeyecek kadar ciddiye alınmalıdır.

Doğadaki her şeyin "aidetliği" mevcuttur.
Her insan da, bir başka "iç"liğe aittir.

Nereye aitsin?

Çevereme bakıyorum; arkadaşlarıma ve konuştuklarıma, tanıdıklarıma ve üçüncü kişilere... Metinlere ve cümlelere...

Bakıyorum! Kime aidim?...

Bir dedektif gibi bu sorunun yanıtını aramak istiyor her yanım.
Ne konuşuyorum!
Ne yazıyorum!
Kiminle ilişikteyim
Kimliğim...
Telefon defterimi açıp baktığımda neler görüyorum...
Adresim nerede?
Ailem...

Kime aidim?

Beraber olduğum kadınlar...
Birine ait olsaydım onda sabit kalırdım ama değiştiler diyorum. En çok sevdiğimi söylediğim "aşkım" bile şimdi tozlu raflarımda bir "giz" olmuşken, aşkın kalıcılığı, benden geçen her kadında biraz daha "yalan" duruyorken elbette bir kadına ait olamayacağımı anlıyorum.

Ailem...

Sevgisinden hiç vaz geçmediğim annem babam ve kardeşlerim... Yaratıcının en büyük nimetleri...
Kadınlar geçerken, "gölgeler" ardından yine beni karşılayan o güzel insanlar...
18 yaşına kadar dizlerinde olduğum ve gerisi garip bir seyyahlık öyküsüle adına "vuslat" koyduğum bir özlem...
Aidiyetlik düşünü içimde büyüttüğüm ama kavuşamadığım. Belki onlara aittim. Ancak başkasına liman...

Bir kaç şehir yol oldu ardına... Birincisinde kısa, ikincisinde uzun ve sonuncusunda demirlediğim... Bir kaçında kamp kurduğum...

Unuttum arkadaşlarımı da...
Her şehirde "canım" dediğim arkadaşlarım, bir başka kentte "milat" oluverdi.
Onlara da ait değil miydim?
Ait olsaydım kalmaz mıydın dizlerinde?

Sonra bir başka kent... Ve bir başka insanlar topluluğu...
Akıp gittim...
Sonra sevgi de zorlaştı elbet...
Gidecekti çünkü bir şeyler...
Su gibi akıyorken, bir noktadan sonra bu suyu durduramayacağını anlıyorsun.
Irmak durmaz, su akar ve zaman geçerken insan da geçer...

Hiçlik yoktur
İnsan her gittiği yerde kendini bulur.
Aitliği de kendinedir, yaratıcıya giden bir trafo döngüsü gibi...
Oysa kendimiz de değişir dururuz...
Bazen tanımlamakta zorluk çekeriz.
Hani derdim ya; "Kaç kişiyiz içimizde"
ve biz hangisine aidiz?
Birine mi?
O halde diğerleri kim. Ya da tek bir kişilikle olmamız mı gerekiyor? İnsan hen içinde "insanlar mı" barındırır? Bu doğru mu? Böyle mi olmalıdır?
Bu "çok kişilikli olmak" dürtüsünü "bireye" indirgemek mümkün müdür?
İndirirsek tam anlamıyla kendimize mi ait oluruz?
Ya da "çoklu" olsak bile, her bir parçamıza bir parça "biz" düşürmiyiz. Her şeyimizi sahiplenecek, kendimizi teslim edeceğimiz bir tarafımız neden olmasın?

Herkesin bir sahibi olur!
İş odur ki "Nereye" sorusunu sorabilsin insan!...
Gidecek çok yer var...

Başa Dön