Kimsesizler mezarlığında dolaşıyorum, gece soğuk. Paçalarımdan kan damlıyor mezarları birbirinden ayıran küçük çimenliklere. Aslında saygı duyduğumdan değil ölülere, toprağın içeri gömülmesinden hoşlanmıyorum ve o yüzden basmıyorum mezarlara. Hem nesine saygı duymalıyım? Yarın benim de geleceğim yer burasıyken… Benim gibi, daha birkaç dakika önce at pisliğine basmış biri gelip dolaşmayacak mı mezarımın üzerinde sanki? Köpekler ayaklarını bile kaldırmaya tenezzül etmeden işemeyecek mi, ölü toprağımın üzerinde bitmiş yaban otlarına. Yo, hayır… Göstermelik saygıya hiç gerek yok. Daha demin bir kedinin kasap tarafından tekmelendiğini gördüm. Hangi yaşayan bir başkasına saygı duyuyor ki ben adı bile ölüm kayıtlarına geçmemiş birinin böcek dolu toprağına saygı duyayım.
Bu gece sis var burada. Mezarlığın sonundaki taşlıkları seçemiyorum. Aslına bakılırsa gözlerim eskisi kadar da iyi görmüyor. Kimi zaman burnumun ucundakini bile göremiyorum. Yine de sisi bahane etmek daha cazip şimdi. Zaten karanlıkta uzağı seçsem ne olur seçmesem ne olur. Bedenimde doğru dürüst çalışan neresi var ki gözlerimi dert edeyim. Koku bile alamıyorum uzun zamandır. Üzerime sinmiş olan yalnızlık ve sokak kokusu, çoktan köreltti koku algılarımı. Sorun şu ki artık kokuları tanıyamam da. Oysa bütün kokular bize doğuştan öğretilmişti değil mi? Karıştırmıyorduk taze ekmek kokusuyla tuzlu deniz kokusunu. Hoş nicedir taze ekmek kokusunu almadım, yâda sahile inmedim güneşli günlerde ama şimdi bu kokuları duyumsasam da tanıyabileceğimi sanmıyorum.
Gece ayaz yaptı yine. Üzerimdeki çaput da iyice eski. Uzaktan bakınca, özellikle geceleri keşişlere benziyorum. Şu sürekli yanımda taşıdığım buzdolabı kartonu olmasa, insanlar huzur yolunda olduğumu düşünecek. Fakat bu karton beni ele veriyor. Sokaktayım ve evim bu karton. Kimi zaman yatağım, kimi zaman çatım bu benim. Gerçi yağmurlardan sonra kaskatı kesildi. Bir de kenarları çok yıprandı artık. Yenisini bulsam bir dakika durmaz atarım diyemiyorum çünkü kaç zamandır beni koruyor.
Her neyse, bütün gün etrafta aylak aylak dolaşınca insan sarsaklaşıyor. Bazı anılarım canlanıyor gözümün önünde. Şimdi normalde mezarlığın ortasında, gecenin bu kör vaktinde oturup kendime anılarımı anlatacak değilim. Yine de konuşacak birini arıyor insan. İnsan dediğime de aldırmasam iyi olur. İnsaniyet kisvesi içinde değerlendirilecek bir tarafım yok. Çünkü artık insan gibi düşünmüyorum da sanırım. Daha ilkel olmadığı kesin, ama kime, neye hizmet ediyor bu düşünceler hiç bilmiyorum. Cahil biri sayılmam toplum düzeyinde ölçülürsem ancak toplum içinde bir nokta olmadığımda benim tahsilim geçersiz sayılıyor. Bir de okuma yazma öğrettiğim onca köpek, yâda logaritma anlattığım güvercinler durup düşünüyorlar mı derdimi? Hiç sanmıyorum. Esasında kimseye derdimi anlatmak derdinde olmadım. Öfkemi çıkardım sadece köpeklerden, güvercinlerden ve ödevini zamanında getirmeyen kedilerden. Çünkü sokak böyle bir yerdir. İnsanlar benden öfkesini çıkarır, ben börtü böcekten.
Mezarlığın ortasında, gece ayazı… Şiir gibi değil mi? Aslında düşünürsem kimsesizler mezarlığında dolaşmanın hiçbir mantıksal yanı yok. Hani belki yeni gömülmüş biri olsa, ama biliyorum ki bizde kefen diye bir teolojik adet var. En fazla kendime bir çarşaf edinirim, o da kimsesizleri kefene sarıyorlarsa…
Sorsam kendime, kimsenin bir şeyine ihtiyacım yok. Genel anlamda üzerime sinmiş bir aciziyyet var belki. Yine de bu insanların bir şeylerine ihtiyacım olduğu anlamına gelmez. Evet, hayat standartlarımı düşündüğümde ortaya çok iç açıcı bir manzara çıkmıyor. Durum böyleyken bile insanlardan bir beklentim yok. Geçenlerde ihtiyar bir teyze, - teyze derken, benden biraz büyük kadıncağız ama toplumca teyze addedilecek yaşta- bana eski bir battaniyesini vermek istedi. Ret ettim. Almadığım için ısrar etti. Bense kendisine küfrettim. Biliyorum ki onun derdi benim üşümem değil. Tamamen vicdanını rahatlatmaya çalışıyor. Kusura bakmasın, ben kimsenin vicdan söndürme maşası değilim.
Artık hızlı adımlar atamıyorum. Malum yaş… Bir de bunca yıldır soğuk, sıcak günü güne uymuyor bu şehrin. Kemiklerim fiziksel çözülmelerini çoktan tamamladı. Aksayan bacağımın düzeleceği günü beklemeyi de bıraktım. Hazır gözlerim de etrafı seçemezken kör topal yaşamanın tadını çıkarıyorum.
Şimdi düşünüyorum da uzunca bir süredir ölülerle haşır neşirim. Morgda çalışırdım gençliğimde. Yani kafayı kırmadan evvel… Mahallemdeki bakkal, kasap erzak istiflerken, ben iş yerinde ceset istifi yapardım. O zamanlar dolaplarda bir acayipti. Bir göze üç dört ceset koyardık. Balık konservesi gibiydi morg. Gece nöbetlerinde küçük bir pikap getirmişti diğer vardiyadaki arkadaş. Kırk beşlik çalardım sabaha kadar. O zamanın moda şarkıları da bir başkaydı. Şimdi bazen mırıldanıyorum ya, o soğuğu hissediyorum. Elbette böyle bir gecede o şarkıları mırıldanarak iliğimi donduracak değilim. Zaten yalan da söyledim. Morgda falan çalışmadım hiç. Gerçi her zaman çok istedim ama bu birazda korkularımla ilgili sanırım. Gecenin tam ortasında, kimsesizler mezarlığında olunca insan, ölülere ne kadar alışıyor. Hem toprağın altında, hem toprağın üstünde…