Küskündüm gözlerine İstanbul’un, bir parça yalanla bakıyor diye… Nicedir yerli yerine koyamadığım cümle öğelerim beni terk ettiler sandım. Öyle söyledi uzun kirpiklerini kırpıştırarak İstanbul. İnandım, vazgeçtim bağımlı olduğum yazılarımı yazmaktan. Kelimesiz geçti koca bir yaz. Bense, küskündüm gözlerine İstanbul’un, bir parça yalanla bakıyor diye…
Ne el ele indiğimiz Maçka yokuşu, ne vapura bindiğimiz Karaköy iskelesi ilhamım olabildi. Yasaklamıştı İstanbul, güzelliğinden başka yazacağım ne varsa. Eylül mutlu, eylül bereketli, eylül ki yazın en son demi. Doğanın mavisi, beyazı yeşili… Arkamda bıraktım güzelim tebessüm edişini. Ucunu bucağını göremediğim bir fotoğraf karesiydi bu buruk mutluluk. Tek derdim oydu ki, küskündüm gözlerine İstanbul’un, bir parça yalanla bakıyor diye…
Bir kaybedilmeyesiye, varlığına dualar ettiğime yazarken satırlarımı bir bir, geçtiğim şehirleri, kasabaları tanık tuttum kendime. Bereket kokusu, toprak, kızıla boyanmış otlar… Geçmiş zamanla kol kola şimdiki zaman, karşıdan gülümserken gelecek zaman. Alacağın olsun İstanbul, yazdırmadın bana tek satır bile, güzelliğinden başka bir şey yazarım diye. Sen ucu bucağı var bir şehirsin, bense sonsuzluğu taşıyorum içimde. Sen aşıklar taşırsın Taksim’de, Tarabya’da, İstiklal’de, bense sevgi büyütürüm mavimde, beyazımda, bejimde… Küskündüm gözlerine İstanbul’un, bir parça yalanla bakıyor diye…
Bir eylül vedası, koca bir yaz hatırası. Elde kalan ne varsa, sevdiğimindir yarısı. Yumdu gözlerini uzun kirpikli İstanbul. “Haydi” dedi sonunda, “Şimdi bir vals başlasın!” Duymadım sözlerini. İzin vermedim bu defa sevdiğimi, kelimelerimi çalmasına. Ne de ola nicedir tek bir şarkısı vardı aklımda, küskündüm gözlerine İstanbul’un bir parça yalanla bakıyor diye…