Ah benim dizimin dermanı, gönlümün fermanı, buğdayımın harmanı günlüğüm. Zobamın ateşi, göğümün güneşi, gözümün menevişi olan dert ortağım. Sana en güzel hitapları etsem, yine az gelir. Sen benim sırdaşımsın, gönüldaşımsın. Beni dinleyensin, sırrımı bilensin, kimselere söylemeyensin.
Bugün bi efkârlıyım bi efkârlıyım ki sevgili günlüğüm; içimi nasıl ve kimlere dökeceğimi bilemiyom. Hangi duvarlara yaslanayım, hangi yasdığa başımı goyup ağlayayım garar veremiyom. “N’oldu?” diyecek olursan, ne olduğunu ben de bilmiyom. Birdenbire efkârlandım, hüzünlendim. Sanki sonbaharda yapraklarını dökmüş gavak ağacı gibiyim. Suyu gurumuş çeşme, kışın ayazında galmış serçe guşu gibiyim... Bana ne olduğunu bilmiyom dediğime bakma, aslında biliyom. Az önce elim durmadı, fotoğraf albümünü açdım. Gençlik hallerimin fotoğraflarını görünce, içime bi ateş düştü sevgili günlüğüm, cayır cayır yanıyom. Dedim: “Ben hiç genç oldum mu? Ne vakit genç oldum? O gençlik şinci nerde? Nereye gitti, ne zaman gitti?”
Gençlik dediğin, kirez mevsimi gibidir sevgili günlüğüm. Çarçabuk gelir geçer. Nitekim geldi, geçti. Ne gelirken geldiğini haber verdi, ne giderken” gidiyom” dedi. Bi baktım, uçup gitmiş. Geldiğinde ben zaten evde yoktum. Ya da evdeydim de, geldiğini hiç fark edemedim işten güçten. Dünya telaşı, çoluk çocuk meşgalesindeydim. Tadını çıkaramadım. Gençlik nasıl geçti, anlayamadım.
İşde böne efkârlanınca sevgili günlüğüm; elime kehadı galemi aldım, bi şiyir yazdım:
Hey gençlik!
Geldiğinde,
Ellerim bir yandaydı
Ayaklarım bir yanda.
Onlarca düşünce / kafamda
Olta atmaktaydı denizlerime.
Bense
Önüme dikilmiş bir dağa
Acemi adımlarla tırmanıyordum.
Meğer sen
Evde beni beklermişsin
Ben - ki aymaz-
Karanlıklar içinde
Aydınlıkları arıyorken
Senmişsin benim aydınlığım/ bilmiyordum.
Şimdi ise
Gitmeye yelteniyorsun.
“Yine gel” desem
Yokmuş böyle bir âdetin
Bir kez konakladığın yere
Bir daha gelmezmişsin.
Oysa
İşten güçten
İki lâf edemedik
Daha yenice ısınmışken minderin
Nereye böyle?
Hey gençlik!
Velhasıl gençlik gitti, yaş yerini buldu. Gücüm, guvvetim azaldı. Göynüm her ne gadar yaşlanmasa da, kulaklarımda türküler çalınsa da, sanki eksilen bir şeyler var vücudumda. Aktığı yatağını sürekli aşındıran, hırpalayan bi ırmak var içimde. Kâh benden bi şeyler koparıp götürüyo, kâh sevdiklerimden. Günden güne her şey küçülüyo hayatımda, her şey zorlaşıyo. Eskiden güle oynaya yaptığım işleri, şinci zorlanarak yapıyom.
“ Memet Amca’m ne durumda?” diyecek olursan, aslında onun da benden pek bi farkı yok. Yiğitliğine ot çaldırmak (sürdürmek) istemiyo ama, esgi guvveti yok. O da eksiliyo günden güne, tıpkı benim gibi. Yalnız o, yıldan yıla daha sinirli, daha tahammülsüz oluyo. Hazır nazını, gahrını çeken olunca, hükmünü yürüdüyo. Bana ise susmak, gatlanmak düşüyo sevgili günlüğüm. Benim nazımı çeken olmayınca, susmakdan başga yolu yok. Ne deyim? Gader utansın. Töremizin kökü gurusun... Çoluk çocuk dersen gurbette. Senede bi iki gün ya görürüz, ya görmeyiz. Özleriz, hasretlerini çekeriz, bekleriz gelmezler ama; gönlümüz, onlara gırmaya izin vermez. Garnımda yattıkları yerler sızlar. Onları sevmekten vazgeçemeyiz. Hani demiş ya bir düşünür:
“Baba, bir hazinedir; bulmasını bilene.
Anne, cennet gapısıdır; açmasını bilene.
Kardeş, galbin aynasıdır; bakmasını bilene.
Evlât, denizdir; ne içilir, ne vazgeçilir.”………Biz de her anne baba gibi, evlâtlarımızdan vazgeçemeyiz.
Lâf lâfı açdı da sevgili günlüğüm; konu, gençlikden evlâtlara geldi. Derken, yazdıkça iyice efkâr basdı. En iyisi ben galkayım da, sardunyalarıma su vereyim. Onların rengârenk çiçekleri belki içimi aydınlatır, garanlıklarıma bi pencere açılır. Hadi hoşça gal. Öpüyom olmayan gözlerinden.