Müslüman Türklerin Kurtuluş Savaşı Hikayesi ve Temelsizliği

Yaşanmış gerçek tarihi olayların yerine, kültürel, siyasal ve askeri açıdan tamamen çarpıtılarak, kendi gerçekliği ile uyuşmayan sahte hikâye ve kahramanlıklar uyduran bir toplumun başı hiçbir zaman dertten kurtulamaz. İşte Müslüman Türklerde bunlardan bir tanesidir.

yazı resimYZ

Kendi gerçek yaşam ve kültürel tarihi yerine, sürekli Arap İslam tarihine sahip çıkan bir anlayış ve yapıdan, gerçeklerin topluma öğretilip anlatılacağı hiçbir zaman beklenemezdi.
Aynı anlayışın diğer taraftan şoven milliyetçilik yaparak var olmaya çalışması da bir o kadar komik ve temelsizdir. Bu düşüncemizi doğru ve haklı çıkaran o kadar kaynak var ki, insan okuduğunda hayretler içerisinde kalmaktadır.
Örneğin Çanakkale Zaferi ya da Kurtuluş Savaşı adıyla anlatılanlar ve yapılan propagandalara bakıldığında, sanki her şeyiyle yoktan var olmuş bir cumhuriyet yaratıldığına inandırılması.
Diğer taraftan 600 yıl boyunca Osmanlının talan ve ganimet şovenizmi ile bir imparatorluğun nasıl kendi kendisini yok ettiği akıllara getirilmek istenmemesi, gerçeklerin açığı çıkmasını önlemenin dışında başka bir şey değildir.
Çünkü gerçek tarihi kaynaklar okunup incelendiğinde, bir toplumun bu kadar büyük yalana neden ihtiyaç duyduğu psikolojisini şu şekilde açıklamak mümkündür.
Anadoluya gelip yerleşen Türklerin hepsi etnik olarak Türk, Türkçe ve Şamanizm kültürüne dayanmakta idi. Böyle bir temel kültürel gerçeklik içerisinden gelip, daha sonra gönüllü olarak 900 yıl boyunca Arap İslam kültürünü yaşatan bir topluluğun, Türk olduğunu söylemek ancak asılsız hikâyelerle mümkündür.
Tek amaç ve hedefi egemenlik kurup şaşaa içerisinde yaşamaktan başka hiçbir şey düşünmeyen Selçuklular ve Osmanlının, Türk kültürüne dayanarak egemen olma şans ve imkânı bulunmamakta idi. Bu yüzden Arap İslam kültürüne sarılarak istediği hedefe daha kolayca ulaşacağını biliyordu.
Her geçen gün Arap İslam kültürünün daha ağır basması neticesinde, Selçuklular ve Osmanlı, devlet ve imparatorluklarının resmi dillerini Farsça ve Arapça yapıp, Türkçeyi tamamen dışlanmakla işe başlamışlardır.
Ve yaklaşık olarak 900 yıl boyunca Farsça, Arapça ve İslam din kurallarına göre yaşamaları neticesinde, kendi ata dil ve kültürlerinin unutmasını hiçbir zaman sorun yapmamışlardır.
Müslümanlaşan bu Türkler, ulusal kültürlerini sürekli İslam şeklinde ön plana çıkarmaları, uluslararası ilişkilerde her zaman sorun olmuştur. Çünkü dünya toplumları Osmanlının Türk kökeninden geldiklerini biliyorlardı.
Diğer taraftan resmi ve meşru olarak İslamın Arapların öz be öz hem ulusal hem dinsel hem de siyasi kültürü olduğunun bilinmesi, Osmanlının istemeyerek te olsa Türk kökenini kabullenmek zorunda bırakmıştır.
Eğer Osmanlı uluslararası resmiyette kendisinin Arap olduğunu söylemiş olsa idi, buna hem Araplar itiraz edeceklerdi hem de dünyanın ileri gelen ülkeleri. Bu yüzden Cumhuriyetin kuruluş dönemiyle birlikte, Türklük algısı da böylece resmileşmiş oldu.
Osmanlıdan geriye kalan Devşirme Türk İslam Sentezcileri, sahiplenmek zorunda oldukları Türklüğü yüceltmek için, Türklük adına ellerinde gerçek hiçbir kültürel kaynakları kalmamıştı.
Tek seçenekleri aslı astarı olmayan Arap İslam söylencelerini, Türklük olarak topluma empoze etmekti. İşte bu yüzden Kurtuluş Savaşı Hikâyesi de bu mantık doğrultusunda icat edilen senaryolardan bir tanesidir. Ve gerçek kaynaklar şu şekildedir.
Türkiye Cumhuriyeti ya da Türkiye Devleti 1923te Lozan Antlaşmasında, akla karayı nasıl seçtiğini, Lozan Antlaşmasında görevli olan Rıza Nurun, Hayat ve Hatıratım adlı kitabı okunursa, Kurtuluş Zaferi diye bir şeyin söz konusu olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır. Lozan Anlaşmasında Türkiyenin kaderini belirleyen kaynak ve güçler Rusya, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan Boğazlar ve Türkiyenin kimin kontrolünde kalacağı konusudur. Ve bu tartışmada en büyük payı Avrupalılar almışlardır. Tarih derslerinden de bilindiği gibi, Osmanlıyı hiç ilgilendirmediği halde 1914 yılında Almanların yanında yer alıp, Birinci Dünya Savaşına katılması, Almanlarla birlikte Osmanlının da sonunu getirmiştir.
Bu aşamada yaşanan savaş ve olaylara bakıldığında, herhangi bir zafer ve kurtuluştan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü hem Almanlar hem de Osmanlı yenik ve mağlup olmuşlardır.
İkinci aşamada ise, Mustafa Kemal Atatürkün, Padişah Mehmet Vahdettinin yazılı emri ile Ordu Genel Müfettişi olarak Anadoludaki durumu inceleme görevinin verilmesi dikkat çekmektedir. Ve bu görev Mustafa Kemale verilmeden önce, Birinci Dünya Savaşının bittiğini onaylayan 1918 Montros Ateşkes Antlaşmasının sonuna denk getirilmesi, Anadolu başta olmak üzere dünya savaşının bittiğini gösteren en büyük belge niteliğindedir.
Montros Ateşkes Antlaşması ile birlikte, Anadoluda daha önceden var olan yabancı devlet orduları tamamen çekilmişlerdi. Uluslararası bu Antlaşmaya uymayan sadece Yunanlılar olmuştur. Böylece Yunanlılar ile Türkler arasında yeniden bir çatışma başlamış oldu. Yaşanan çatışmalar ise daha çok Türk milis güçler ile Yanan milisleri arasında gerçekleşmiştir. Türkler tarafından Yunanlılara karşı savaşan güçler ise, ne Mustafa Kemale bağlı askerlerdi ne de başkası. Bu mücadeleyi sürdüren tek kişi Çerkez Ethem liderliğindeki milis güçlerdir. Çerkez Etheme diğer bazı halktan gruplarında destek vermesiyle, Yunanlılar geri adım atmak zorunda kalmışlardır.
Avrupa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletlerinin Lozan Antlaşmasında mutabık kalmaları neticesinde, böylece Cumhuriyetin kurulması da onaylanmış oldu. Eğer bu güçlü galip devletler kendi aralarında anlaşamamış olsalardı, bırakalım Türkiye Cumhuriyetinin var olmasını, Türklerin varlığından bile söz etmek mümkün değildi.
Ve Mustafa Kemal Atatürk uluslararası bu garantiyi aldıktan sonra, Düzenli Ordu kurma bahanesi ile Çerkez Ethemin başarını baltalamak için çeşitli oyunlara başvurmuştur. Bu oyunu anlayan Çerkez Ethem kaçarak yabancılara sığınmıştır. Mustafa Kemal, Çerkez Ethemi yakalayabilseydi idam edecekti. Şimdi sormak lazım; Çanakkalede yerle bir olan ve dağılmış Osmanlının yaptığı savaş mı kahramanlıktır? Yoksa Çerkez Ethemin Yunanlılara karşı verdiği mücadele mi?
Ya da Mustafa Kemal Atatürkün Amasya, Sivas, Erzurum Kongrelerinde toplanan delegelere ve halka doğrudan, Amerikan Mandacılığını kabul etmeliyiz demesi mi kurtuluş destanıdır? Dünyanın hiçbir devleti kendi toplumunu bu kadar yalana dayanan boş ve hileli hikâyelerle aldattığı, tarihte görülmüş değildir. Bu özellik yalnızca Müslüman Türklere has olan bir durumdur. Lütfen herkes Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş hikâyesini resmi belgelerin dışındaki kaynaklardan incelemelidir. Görülecektir ki, ne kadar büyük yalana dayalı devlet yaratılmıştır. Aslında Müslüman Türklerin bu yalanlarla bir yere varması mümkün değildi. Rusya, Avrupa ve Amerika Birleşik devletlerinin çıkarları bunu icap ettirdiği için, Mustafa Kemal desteklenerek bir devlet hediye edilmiştir. Eğer bu galip devletler Mustafa Kemale destek vermemiş olsalardı, Anadolu ya küçük cumhuriyetler şeklinde bir kısmı Rusyanın denetiminde kalacaktı, diğer birçok bölgesi de yine Avrupa devletlerinin kolonisi şeklinde yaşamaya devam edecekti.
Kurtuluş savaşı diye nara atıp insanların duygularını sömüren Müslüman Türk hükümetleri, Musul, Kerkük, Suriye gibi birçok bölgeyi İngiliz ve Fransızlara terk edilmesini hangi kahramanlık hikâyesi ile anlatabilirler? İşte Müslüman Türklerin yalana dayanan Çanakkale ve diğer hikâyeleri kısaca bunlardan ibarettir.
Türklerin düşman güç olarak nitelendirdikleri ve bunlara karşı Kurtuluş Savaş verdiklerini iddia ettikleri Rusya, Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya ve Ermenilerin asker ve silahlı güçlerin sayı şöyledir.

Asker Sayısı : 402 000 kişi
Makineli Tüfek : 4091
Uçak Sayısı : 39
Tank Sayısı : 25
Zırhlı Sayısı : 12

Türklerin Asker Sayısı : 188 000 kişi
Tüfek Sayısı : 90 000
Makineli Sayısı : 2839
Top Sayısı : 323

Tüm bu kaynaklar, Birinci Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında, Anadolu`daki Türk Asker ve silah mevcudu ile Avrupa devletlerinin asker ve silah mevcuduna bakıldığında, Türklerin başarı şansının yüzde bir dahi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İşte Müslüman Türklerin tüm dayanakları bu tür hikâye ve söylencelerden ibaret olup, bugün bile NATOya Hıristiyan kulübü deyip buradan kopmayan bir anlayışın hâlâ aynı şekilde yaşamaya devam etmesi düşündürmeye yetmektedir.

Kaynaklar:
*Mehmet Ali Şevki. Sosyal Bilimle Osmanlının Tahlili.
*Doğan Avcıoğlu. Türklerin Tarihi.
*Yalçın Küçük. Türkiye Üzerine Tezler.
*Şerafettin Pektaş. Milli Şef Döneminde Cumhuriyet Gazetesi.
*Sebahattin Şen-Türkiye Aydını ve Kimlik Sorunu, Araştırma Dizisi.
*Rıza Nur- Hayatım ve Hatıratım.
¬-Nutuk.

Cemal Zöngür

Başa Dön