Penceremden içeriye önce güneşin altın sarısı ışıkları sızıyor, yarım saat sonra lambayı yakmamı gerektirecek kadar hava kararıyordu. Hafif yağmur yağıyor ve hava tekrar açıyordu. Benimde bir içim sıkılıyor, bir aydınlanıveriyor enerjiyle doluyordu. Fakat bu durum beni huzursuz etmiş, yormuştu. Yalnızdım, bir insanın nefesine, bana hayattan taze nefes aldıracak birine ihtiyacım vardı. Yine havanın karardığı dakikalarda daha fazla yalnız kalmamam gerektiğini, bu günümün de ömür kadar değerli olduğunu ve günümü huzurlu geçirmek istediğimi düşünüp Arda’yı aradım.
Biraz işi olduğunu, müsait olursa beni arayacağını söyledi. İşte tam da bu noktada daha da bir içim sıkıldı. Güneşin benimle oynaması yetmiyormuş gibi birde beklemek girmişti işin içine. Kitap okudum, oyalandım biraz. Artık daha fazla dayanamayacak kıvama geldiğimde aradım Arda’yı. Telefonu kapalıydı. Beşer dakikalık aralarda tekrar tekrar aradım. Yok umudu kesmeli, belki uyumak için bir şeyler yapmalıydım. Ancak uyuyarak resetlenebiliyordum. En sonunda “sana ulaşamıyorum, buluşmayacaksak başka bir işimi halletmeliyim” diye mesaj attım. Attığım mesajın hemen ardından onun beni sürekli aradığına ve ulaşamadığına dair bir mesaj aldım. Hatlarda bir sorun vardı sanırım, ona ulaşamayışımda bundan kaynaklanıyordu. Bir dakika daha durur muyum. Hemen aradım. Vakit kaybetmemek için taksiye atlayıp Sabancı Kız Yurdunun önüne gitmemi söyledi. O da bulunduğu yerden oraya gelecekmiş. En kolay giyilebilecek giysilerimi giydim, her zamanki hafif kokumu sürdüm, makyaj yapmakla uğraşmadım azıcık ruj sürüp fırladım dışarıya. Artık düşünmekten yorulmuştum. Düşünmek yerine yolu, etraftaki dükkanları izleye izleye gittim buluşacağımız yere. Benden önce gelmiş arabada bekliyordu. Bu güzeldi, bir dakika daha beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Sabırlı biri olmama rağmen huzursuz geçirdiğim zamanlarım oluyordu. Kendime kızmıyordum böyle olduğum anlar için. Acıdan geçmiş zamanlarım vardı. Her insan gibi güzel ve mutlu günlerim oluyordu. Ama yalnızlığımı tek başıma kaldıramayacağım bir günümdeydim.
Arda’nın her zamanki sakin ve gülümseyen yüzünü gördükten sonra biraz rahatladım. Gideceğimiz yerin seçimini bana bırakmamış olması, dahası Ankara’da gidilebilecek en güzel yeri seçmiş olması beni biraz daha rahatlattı. Gölbaşına gidiyorduk. Tamamen gevşeyip neşeli ben olmama az kalmıştı.
Gölün kenarında yürüdük bir süre, beni neşeli neşeli anlattığı okul anılarıyla, fıkralarla güldürüyordu. Saatlerce konuşsa da bıkmazdım o atmosferde. Yumuşacık sesi, akıcı bir dili vardı. Neyi nasıl anlatacağını çok iyi biliyordu. Üşüyen ellerimi ısıtıyor, gözümün önüne gelen saçlarımı düzeltiyor, omzundan düşen çantamı tutuyor, beni şımartmak için elinden geleni yapıyordu.
Arabamızı gölü yukarıdan görebileceğimiz bir yerde park etmiştik. Yürüyüşümüzden sonra bir süre hiç konuşmadan arabada gölü izledik. İlhan İrem ve göl manzarası iyi gider diye düşünmüş Arda’cığım. İlhan İrem’in kadife sesi, gölün hafif rüzgarlı havası ve Arda’nın ılık nefesi beni hiç olmadığım kadar huzurlu biri yapmıştı. Allah’a olan inancım daha da bir arttı o anda. İyiki de Adem’den sonra Havva’yı da yaratmıştı, iyiki kadın ve erkek birbirlerini bu kadar iyi dengeleyebilecek yapıda yaratılmıştı, ve iyiki de Arda vardı hayatımda, yanıbaşımda, ellerimin arasında.
] ]