..ve;
karanlıktan çekilen bıçaktı
o an bütün zamanlar
ve büyük gürültülerle,
ardına kadar kapandı kapılar.
..gidecektin...
keskin bağırtıların şarkısı geçecekti
penisiline boğulmuş damarlarından.
kanadından vurup mülteci kuşları,
hançerledin
yıldızlara belenmiş geceyi,
..ve gittin...
artık bana kalacaktı
yenilgisiz sözlerin,
çalınan şarkılar,
sesinde anlamlı öyküler,
bütün iyi dilekler,
ve şizofren caddelerinde kentin
gölgeler yitirdiğimiz
gidişler;
..bana kalacaktı.
şimdi;
bana kaldı,
kendime kundak bildiğim
gecelerin sabahında
binlerce şairin
bıçak sırtındaki sancısı.
..gidişin,
belki de ardına bile bakmayarak,
ve bir dağ ateşinin alazını
ciğerime damlatarak;
bir kahroluştu bu.
ismin nakışlanmış
ses vermeyen duvarlara,
istasyonlara,
taksi duraklarına,
mezar taşlarına,
ateşe,
suya.
yüzünün sarışın sıcaklığında,
kulak kabartmak
yüreğimin yangınına,
ve kefenleyerek uykuları,
sabahın alacasında
uyumak yokluğuna.
artık;
aşinalığını yitirmiş
bir kumrallık olacaktı yüzüm,
kesindi,
ve gülüşünü de unutacaktım
masamda.
saçlarında bir teli daha
dökülecekti fırtınanın,
nehirler bulutlara taşınacaktı,
böyle bir vakitte
kışa duracaktı nar çiçekleri,
ve şakaklarımı ablukaya alan
zemheri beyazı,
kaburgama çöreklenen ağrısı,
ve daha da derine gidecekti
yokluğunun yarası.
gidişinle ülkesiz kalmıştım,
yurtsuz,
kentsiz.
dilimi de unutmuştum,
ki feryadım yürüdüğün yollardaydı.
kentin ışıkları
sönüyordu birer birer,
evlerin çatısına
yıldızlar yağıyordu,
Aydan
ışık ve gölgeler yağıyordu,
ve doğduğum şehir
artık kayboluyordu.
kimliksizdim,
çaresizdim,
boşa arıyordu
taşını toprağını ellerim;
sen,benim şehrim değil miydin?
iyi de;
biz bu kavgalara bilememiş miydik
hasretimizi?
bu kahrolası aydınlığa,
kalabalıkların kirlettiği sabahlara,
ve etrafımızı kuşatan duvarlara
yaylım ateşti ya
en içtenlikli,
en sıcak şarkılarımız:
“gecenin matemini
aşkımıza örtüp sarayım,
gittin;
şimdi ben,
seni nerede bulup yalvarayım”
..dağlar devrilirdi üzerime,
sen söylerdin,
ve yakamozları ağlatırdı
nağmelerin süslediği sesin.
ellerimizi vermiş de
yakmıştık ıslak kumları,
“akşamın olduğu yerde
bekle diyorsun,
gelmiyorsun;
çünkü,
seni çok sevdiğimi biliyorsun” ezgili,
ve o şarkılarla
ağlamıştık ya sevgili.
dişimi dişime dayarcasına
ısırdım dudaklarımı,
vaktim olmadı bunu unutmaya
ne yazık ki...
bu kentte voltalar yitikti,
ve hiçliğimize anı şarkılar;
veda idi.
o, iki gözün acısına kapaklanmış,
ölü köpek bakışlarıyla
gelincikti iki gözüm.
yollarını beklemek var ya,
o dönüşü olmayan yollarını;
belaydı.
yokluğunun beynime çöreklenen acısı;
belaydı.
ve beni ablukaya alan
dört duvar;
belaydı.
ve yıldızlar
gecenin alacasına göz ederken
baktım,
yine hüzün içindeydi gülüşün,
çok içtendi,
ve çok güzeldi.
yüzünde,
buz tanrıçasının ebemkuşağı vardı,
selamın bildirge,
gidişin,
ve geceden güneş gibi yitişin
öyle mağrur,
öyle diktin.
ve yüreğine yakışan sevdayı
savunmuştu,
çıplak gözlerin.
..ve;
karanlıktan çekilen bıçaktı
o an bütün zamanlar,
ve büyük gürültülerle
ardına kadar kapandı kapılar.
..gitmiştin...
gidişinle ülkesiz kalmıştım,
şehirsizdim.
yurtsuz,
kentsiz,
memleketsiz.
oysa;
nabzı avuçlarımda atardı bu şehrin,
ki yaşanacak zamanları
bir kalemde silip ömrümden,
gitmemen için dönüşsüz yollara
seve seve ölebilirdim.
ve yerim senin yanındı,
..bilirdin...
şaşkın,
telaşlı,
ve ürkektim,
ve sana mülteciydim.
boşa arıyordu
artık bağını,bahçesini gözlerim;
sen,benim şehrim değil miydin?