Özgürlüğün Damlaları

Macera, insana aşk, vatana ihaneti de içine alan, anadolu insanlarının yaşantılarından esinlenerek yazılmış, merakla okunacak bir yazı. Bağlanılan değerlere sahip olmaya çalışırken, varolanların kuralları mı, bağlanılanın büyüsü mü dengeleri altüst eder.

yazı resim

Orak tutmaktan nasırlaşan eliyle, yeni doğrulttuğu belini tuttu. Diğer eliyle de alnında ki
toz yapıştığından kızılımsı renk alan terini sildi. Bir baştan diğer başa tarlayı süzdü. '' Hayret ''
dedi gülümseyerek. '' İnsanoğlunun enerjisine akıl sır ermiyor doğrusu, beş gün önce bu kadar yeri nasıl yolacağım diye düşünüyordum, şimdiyse bitmek üzere ve hala yaşıyorum. ''

Yeniden çalışma arzusu duydu damarlarında, tekrar sardı orağı, var gücüyle çalışmaya devam
etti. Erken bitirebilirse hemen evine gidecek, buz gibi bir duş alacak, temizlerini giyinip köy meydanına inecekti. Meydanda ki büyük pınara akşam saatlerinde köy kızları kalabalık bir şekilde
gelir evlerinin su ihtiyaçlarını kovalarla güğümlerle taşıyarak karşılarlardı. Alt kürünlerde çamaşır,
bebek bezleri, kilim ve yün gibi şeyler. Orta kürünler de ise unluk ve bulgurluk buğdaylar yıkanırdı.
Oluğun hemen altında ki kürüne de köyün şımarık çocukları gelir, su doldurmak için uzatılan
kablara pis su sıçratmak için patır kütür suya zıplamaktan zevk alırlardı

Meydanda ki caminin duvarı dibinde oturup bu köylüleri seyretmeyi çok severdi. Gençlerin durak yeriydi orası. Eskiden abdest alma yeri olarak yapılmış bu mütevazi banklar, zamanla cami küçük bir bahçe içine alınınca işlemez olmuştu. Daha doğrusu delikanlılara yaramıştı, sıra halinde dizilerek oturur suya gidip gelen kızları süzerlerdi boş kaldıkça. Bazen köşeden bastonlu bir el
uzanır ve '' Caminin içine girip ibadet etmiyorsunuz bari biz içerdeyken susun, sizin türkülerinizle
şarkılarınızla ne okuduğumuzu da şaşırıyoruz. Bazen bu dedeciklere asi bir genç '' Aman be emmi
bu devirde namaz mı kılınır '' diye çıkışırdı. Diğer gençler kıkır kıkır gülerlerken yaşlı dedecikler
onları kovalayarak '' Kurtlar yaşlanınca köpeklerin maskarası olurmuş ! '' diye yakınırlardı
birbirlerine.

Son hamlelerini yaparken düşünüyordu. Bu nesil nereye gidiyor diye, ya sonra gelenlere ne
olacak, ışık dururken karanlıkta kaybolmak insanlara neden bu kadar tatlı geliyordu! İçi daraldığın
da dua eder rahatlardı, yine öyle yaptı.

Nihayet tarla bitti. Bütün buğdayları yolmuştu. Azık çıkısını eline aldı, orağı beline taktı
bir ağırlık ve ağrı hissetti ama tatlı bir ağrıydı kollarında ki, alın terinin elemeğinin karşılığın da
minnetsizce yenecek bir tas un çorbasının ağrısıydı, annesinin yapacağı o tadına doyulmaz dızmana
böreklerinin ağrısıydı.

Hızlı adımlarla köye doğru yaklaşırken, arkasından onu takip eden keskin bakışlı bir
gözetçiden habersiz, iki gün sonra dönmesi gereken İstanbul'u düşünüyordu.

Babasının onları terk ettiği yıllardan beri sılasından uzakta yaşamaya alışmıştı. ''Çatalkaya''
denilen yokuşu tırmanırken buram buram Anadolu kokan rüzgarı alabildiğine içine çekiyordu.
'' Bayram edin ey ciğerlerim, bu taze temiz havayı kolay kolay bulamayız ! ''

Köyün harabe olmuş kullanılmayan mahallesinden, evlerine doğru yaklaşıyordu. boynu
bükülmüş rengi sararmış, sarı benizli bir çiçeği farketti. Üstüne devrili kenarları erimiş toprak
kerpiçi tutup kaldırdı, boynunu düzeltti sarı benizlinin. Su matarasındaki son yudumları içirdi
eğilip okşadı yapraklarını, ılık esen rüzgarla can geldi, dans etmeye başladı sarı benizli
teşekkür etti sulayanına. '' Birşey değil'' der gibi gülümsüyordu.

Arkasından gizlenmiş bakan gözler şeytani kıvılcımlarla parıldıyordu.

--Ağzımı tatlandır ana, tarlayı bitirdim.

Orağı anasının önüne koydu. Adetlere göre önemli bir iş bitirilince iş sahibinin önüne
iş aleti sunularak ağızların tatlandırılması istenir, mutlaka şekerli bir yiyecek yenilirdi. aynı
kural evlere alınan yeni eşyada da geçerli olurdu '' Hayırlı olsun da kuyruğu eğik ! '' Denilirdi
daima tatlı birşey verilinceye kadar.

--Ananız size kurban olsun, hemen baklava açayım Çetin git bahçeden ceviz topla kır
ayıkla !

--Ooo, açmamışta daha yeni açacakmış, bir sürü enerji tükettim ana.

çetin atıldı tatlı sohbete

-- Mecbur bekleyeceksin ağabey çiğ hamur yemek istemiyorsan tabi.

Gülüştüler neşeyle, en tatlı olan yuvada ki huzurdu ya !...

Metin orta boydan biraz daha uzun, Çetin ise yaşının henüz ufak olmasından ağabeyinden
daha kısaydı. Gömleğinin düğmelerini yarıya kadar açmış olduğundan, boynundan başlayarak göğsünün sağ tarafında noktalanan koyu kahverengi nişanı görünüyordu. Boynunda ki gümüş
zinciri, teninin koyu olmasından kaynaklanarak güneş ışığında olduğundan daha parlak görünüyor-
du. sağ kaşının üstünden yana doğru taranmış dalgalı kumral saçları, rüzgarın etkisiyle sağa sola
dağılıyordu. Bal rengi gözlerini kısmış, karşısından üfleyen rüzgar gözlerini yaşartmıştı. Buna
rağmen inatla gömleğinin bir düğmesini daha açtı. Birkaç metre ilerde duran trafo direğine doğru
hızlı adımlarla yaklaşıyorlardı. İkişer metre arayla üst üste konmuş briketlerin üzerine uzatılmış kalın bir tahta, bank görevi yapıyor du. İyice yaklaştılar, oturmakta olan iki yaşlı dedeciğe selam
verdiler. Çetin yaşlıların yanına otururken, Metin ayakta beklemeyi tercih etti. Burası köy
minibüslerinin beklendiği küçük bir duraktı. Köy yerleri küçük yerleşim birimleri olduğundan
herkes birbirini tanırdı. Gençlerin çoğu okuyabilmek için şehirlerdeki akrabalarına, bazıları da akrabaları olmadığı için ilçe merkezinde ortaklaşa kiraladıkları evlere giderlerdi bu aylarda.
Metin gibi okutulamayan ya da okumayan gençlere kış boyunca köyde rastlanmazdı. Çünkü
hepsi de çalışmaya giderlerdi.

Tilki Recep lakabıyla anılan pos bıyıklı ihtiyar titreyen sesiyle sordu.

-- Oğlum sen ne vakit İstanbul'a gideceksin ?

Başa Dön