Şu an Dünya’nın öbür ucunda benden çok farklı, bambaşka bir hayatın insanı benimle olan randevusuna hazırlanıyor.
Görüşmemiz belki bir kelebeğin ömrü kadar kısa ya da Nuh’un ömrü kadar uzun olacak. Bilinmez. Ama görüşeceğimizi biliyorum. Belki birkaç saniyeliğine göz göze gelmek için, belki birlikte bir ömür yaşamak için, belki de amacı olmayan bir neden için… ama görüşeceğiz. Gözlerimiz buluşacak. Belki tenimiz, dudaklarımız, ellerimiz veya bedenimiz sarılıp koklaşamayacak ama gözlerimiz onlara inat sarmaş dolaş olacak.
Belki beklediğim insan geçen hafta otobüs sırasında beklerken hemen arkamdaydı ya da daha bu sabah kapımızın önünden geçen sarışındı. Belki de az önce çarpıştığımızı ve elinden düşen kitapları toplamasına yardım ettiğim bayandı…
Zamanı geldiğinde bir şekilde bir araya geleceğiz.
Belki de buluşma gerçekleşti ama farkında olamayacak kadar uzaklarda aradığım için bulamıyorum.
Belki de randevuyu kaçırdım. Hayatımın en önemli ve tekrarı olmayan tek randevusunu kaçırdım. Üstelik bunun farkında bile değilim.
Ya da bekledim. Hep randevu saatini bekledim. Hatta o anın geleceğine o kadar emin bir bekleyişti ki bu, duvarda ki saatin durmuş olabileceği hiç aklıma gelmedi.
Acaba ne kadar sürecek bu bekleyiş? Ne zaman tanışacağız? Bedenlerimiz, kalplerimiz ve ruhlarımız ne zaman özlem giderecekler?
Ne zaman bıkacağız birbirimizden ve sevgimizden?
Sonra ilk kavgamız ne zaman olacak?
Randevu saatinden sonraki ilk ayrı kalışımız da neler hissedeceğiz. Ayrılacak mıyız? Ayrı kalabilecek kadar sevmiş olacak mıyız birbirimizi ya da özlemiş?
Dayanamayıp yeni bir randevu saatimi belirleyeceğiz?
Yoksa buluşmamızdan önceki hayatlarımıza geri dönüp başkalarıyla gerçekleştirilecek yeni randevuları mı bekleyeceğiz?
Peki sonrakini de bu kadar büyük bir özlem ve sabırsızlıkla mı bekleyeceğiz?
Bedenimiz bu kadar çok isteyecek mi sonrakini?
Ruhumuz kaynaşıp birleşebilecek mi ruhuyla?
Yada en önemlisi kalbimiz kabullenebilecek mi onun ardından geleni?