İnsanoğlunun tarih boyunca en büyük hatalarından biri, Allah’a olan imanını zayıflatıp, O’nun yüceliğini bir beşer üzerinden tanımlama çabasıdır. İlahi vahiylerle gönderilmiş resuller, Allah’ın birliğini ve varlığını tebliğ eden insanlardır; ancak insanlar bu elçilere olağanüstü sıfatlar yükleyerek onları ilahlaştırma eğiliminde bulunmuşlardır. Bu makalede, Hristiyan ve İslam gelenekçiliği üzerinden bu eğilim ve tevhid inancı arasındaki çelişkiler ele alınacaktır. Hristiyan geleneğinde Rab kelimesinin tahrif edilip tanrı yapılması nedeniyle Nebimiz İsa’ya yüklenen “Rab” sıfatı, ilah yerine konulmasının açık bir örneğidir. Bu anlayış, Allah’ın yaratıcı gücünü bir beşere mal etmekte, tevhid inancına ters düşmektedir. Aynı şekilde, İslam dünyasında bazı grupların Nebimiz Muhammed’e insanüstü özellikler atfederek, onun yaratılışın temel sebebi olduğunu savunmaları dikkat çekicidir. Örneğin, Mevahib-i Ledünniyye’de şu ifadeler yer alır:
"O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım."
Bu ifadeler, Allah’a şirk koşma tehlikesini barındırmaktadır. Oysa Kur’an, resullerin yalnızca birer insan olduğunu ve görevlerinin yalnızca Allah’ın mesajını iletmek olduğunu açıkça belirtir:
"De: Ben sadece sizin gibi insanım bana tanrınızın sadece tek tanrı olduğu vahyediliyor. O'na doğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Ortak koşanların vay haline!” (Fussilet 6).
Gelenekçi anlayışın temel problemi, Allah’ı doğrudan tanımak ve yalnızca O’na yönelmek yerine, elçileri bir aracı olarak görüp onlara olağanüstü vasıflar yüklemesidir. Bu durum, şirk tehlikesini beraberinde getirir. Hâlbuki Allah, elçilerin de insan olduğunu ve yalnızca kendisine kulluk etmek için yaratıldıklarını açıkça belirtmiştir:
"Ve ben cinleri ve insanları bana kulluk etmeleri dışında yaratmadım." (Zariyat 56).
Kur’an’da elçilerin de hata yapabilen beşer olduklarına dair pek çok örnek verilmiştir. Resul Yunus'un kavmine kızarak görevini bırakması buna en açık delildir. Bu, elçilerin kusursuz ve günahsız olmadığını, Allah’ın onları da sınadığını gösterir. Gelenekçilerin bir diğer hatası, nebiler arasında üstünlük yarışı yaparak, bazılarını diğerlerinden daha önemli görme çabasıdır. Oysa Kur’an nebilerin Allah’ın kullarına bir rahmet olduğunu, ancak aralarında nebilik açısından bir üstünlük sıralaması yapılmadığını elçilik açısından bir kısmının diğerlerinden üstün olduğunu belirtir:
"Şu Resuller ki kimini kiminin üzerine üstün kıldık. Onlardan kimiyle Tanrı konuştu. Ve kimini derecelerle yükseltti. Ve Meryem oğlu İsa'ya açık deliller verdik. Ve onu Kutsal Ruh ile destekledik ve eğer Tanrı dileseydi açık deliller geldikten sonra onlardan sonra kimseyle savaşmazdılar. Fakat anlaşmazlığa düştüler onlardan kimileri inandı ve onlardan kimileri inkâr etti. Eğer Tanrı dileseydi onlar savaşmazdılar. Fakat Tanrı dilediğini yapar. (Bakara 253).
Bu ifade, Allah’ın seçimi doğrultusunda elçilerin farklı görevlerle gönderildiklerini, ancak bu farklılıkların insanın kendi ölçütleriyle bir üstünlük sıralaması yapmasını gerektirmediğini vurgular. Allah’a yakınlık, yalnızca Allah tarafından bilinebilir bir husustur. Allah’ın resulleri, yalnızca Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmakla görevli insanlardır. İnsanüstü sıfatlar yüklemek, onları ilahlaştırmak ve Allah’ın yaratıcı gücünü onlara atfetmek, tevhid inancından uzaklaşmak anlamına gelir. Hristiyanlıkta Nebimiz İsa’ya, İslam dünyasında ise Nebimiz Muhammed’e yüklenen olağanüstü sıfatlar, insanın Allah’a olan imanındaki eksikliği ve görmediği bir ilaha iman etmekte zorlanışını yansıtır.
Oysa Kur’an, her şeyin yalnızca Allah’ın birliği ve yüceliği için yaratıldığını belirtir.
İnsan, Allah’ı anlamak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Resuller de yalnızca Allah’ın kullarıdır ve bu temel gerçek hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Tevhid inancına dönmek, insanın asıl varlık sebebine odaklanmasını sağlar ve onu şirkten uzaklaştırır.
