Sabaha karşı; kim bilir saat kaç? Alacakaranlıkta, varlıklarının anlamını yitirmeye başlayan sokak lambalarının ışığı henüz rüyamı bölememiş. Yine de görebiliyormuşum sarı beyaz ışıltılarını. Kan ter içindeymişim. Rivayetle söylüyorum; çünkü ancak uyandıktan sonra hatırlanabildiler.
1942 kışı mıdır nedir? Kuzey İtalya olsa gerek. Duman ve ziftten kararmış tahtaları bir insan kolunun ancak sığabileceği kadar boşluklar bırakılarak yanlamasına çakılmış olan vagon, tıklım tıklım insan dolu. Kolları tahta parmaklıkların arasından uzanmış, elleri havayı avuçlamakta. Parmak eklemleri çıtırdıyor; sanki avuçlar daha fazla açılırsa bir umut yakalamaları mümkün olabilecekmiş gibi. Arada bir, vagonun önünden geçen SS subayları boşluğu avuçlayan ellere kırbaçlarıyla vuruyorlar. Parmaklar kanıyor. Gözlerdeki kanlar, kanlı parmaklarla silinmelerinden midir, yoksa kanlı yaşlar dökmelerinden mi? Anlaşılmıyor. Çığlıklar, çığlıklar… Yardım mı, ekmek mi, yoksa merhamet mi diledikleri bilinemeyen haykırışlar, belki de olası akıbetin korkusundandı. “Aiutilo per favore dio! Aiutilo per favore dio!”
Vagonun ön tarafında neden çuvala konduğu bilinmeyen bir beden çırpınıyor. Çuval, vazgeçmek bilmeyen mahkûmunun çırpınışları yüzünden rutin hareketlerle kıvranıyor. Çıkabilse çuvaldan ne olacak ki? Umut bir damla daha fazla nefesten başka bir şey değil çuvaldaki için. Kıvranıyor, kıvranıyor.
SS subaylarından biri bana doğru yürüyor. Subay, komşum Hüseyin amcadan başkası değil. Şaşırıyorum. “Was tun Sie dort? Ausgehen!” diye bağırıyor. Kırbacı yüzümde patlıyor. Tüm Nazi askerlerini tanıyormuşum meğer. Ürperiyorum. Konu-komşu, eş-dost, akraba, hısım veya hasım. “Ausgehen! Ausgehen!”. Sanırım gitmemi istiyorlar. Ellerimle yüzümü kapatıyorum. Sesler diniyor. Buharlı lokomotifin tıslamaları, düdük sesleri, çığlıklar, hakaretler, inlemeler… Hepsi, zifiri karanlık bir suskunluğun içinde kayboluyor. Sadece çuvaldakinin çırpınışları kalıyor. Vagonun ahşap zemininde, dizlerinin, dirseklerinin çıkardığı gümbürtüleri işitiyorum. Durmak bilmiyor. Merak edip yüzümü açıyorum. Karşımda kendimi görüyorum. İkili koltuğumda oturmuşum. Kederliyim. İleri geri sallanıyorum. Korkunç bir manzara. Göğüs derim soyulmuş, adalelerim kazınmış. Göğüs kafesime baktım dehşetle.
Kaburgalarım, her bir arzunun uzanabileceği kadar boşluklar bırakılarak yanlamasına dizilmiş. İçerisi tıklım tıklım aşk dolu. Aşkın, şehvetin, özlemin, hüznün, tutkunun ve tüm arzuların elleri kaburgalarımın arasından uzanmış; merhamet dileniyorlar. Sağ tarafta, sevgilinin neden içinde olduğunu yalnızca benim bilebildiğim bir yürek çırpınıyor. Varlıkları önemsendiğinde ancak görülür olabilen Nazi askerleri, hain sırıtışlarla trenin ardından el sallıyorlar.
Varlıklarını önemsediğimizde ancak görülür olabilen Nazi askerleri, tutkuları toplama kampına yolluyorlar. “Allah vere de ölmeseler” diye dua ediyorum. Uyanıyorum… Ağlamışım. Rivayet değil –mişli geçmiş zaman…İspatı ılık bir ıslaklık ile yastığımda işte.
Faik Murat MÜFTÜLER