Heyecandan kalbi pırpır atan küçük Sabriye’nin aklında ki tek şey sabahın bir an önce olmasıydı. Bu sebepten erkenden yatağına uzanıp battaniyesini üzerine çekip bir an önce sabah olsun diye gözlerini kapatıp uyumak istiyordu. Çünkü gözlerini açtığında güneş doğmuş, sabah olmuş ve o gün gelmiş olacaktı. Fakat bir türlü uyuyamıyordu gözlerini sıkı sıkı kapatmasına rağmen. Yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu ama gözlerini hiç açmıyordu, gözlerini zorla kapatmaktan göz kapakları ağrımıştı neredeyse. Arada bir uflayıf pufluyordu kendi kendine. Ne kadar zaman geçmişti o da bilmiyordu yatağa girip gözlerini kapattığından beri. Tek düşüncesi sabah olmasıydı. Annesi uyumadan önce kızını kontrol etmek için içeriye girdiğinde bile Sabriye gözlerini açmamıştı, uyuyor numarasına devam etmişti. Annesi gelip yatakta dönüp dururken açılan üstünü örtüp o tatlı yanaklarına küçük bir öpücük kondurup sessizce iyi geceler canım demişti ama Sabriyenin hala gözleri kapalı ve aklında sadece sabahın olması vardı, annesinin ne üstünü örtmesine nede yanağından öpmesine nede iyi geceler değişine hiç bir tepki vermemişti.
Aklına her geldiğinde kalbinin atışları hızlanıyor, garip bir mutluluk sarıyordu küçük bedeninin her bir hücresini. Hatta gözlerini açsa gecenin karanlığında odayı aydınlatırdı sevinçten parlayan gözleri. Bir türlü uyuyamıyordu ne yapsa ne etse bir türlü kalbinin çarpıntısı yavaşlamıyordu. Hatta çizgi filmlerde gördüğü kuzuların çitin üstünden atlarken saymayı bile denemişti ama sadece on’a kadar sayabiliyordu ve herhalde bu sayı onun uyuması için gereken zamandan çok azdı keşke annesi daha fazla saymasını öğretseydi diye düşündü ama yapacak bir şey yoktu. Uyku elbet karanlık odasına uğrayıp zaten kapalı olan gözlerinden içeri girecekti elbet, zaten sabahı hiç görmemişti, hiç yatağına yatıpta uyuyamadığı olmamıştı. Bu gecede uyuyacaktı ve sabah olup neşeyle yatağından kalkıp yeni güne merhaba diyecekti ve bir haftadır beklediği o büyük gün gelmiş olacaktı.
Saat iyice ilerlemişti kesin, çünkü artık caddeden arabalar geçmez olmuştu, derin bir sessizlik sarmıştı sanki koca şehri, mahallesini, apartmanını ve odasını. Çıt bile çıkmıyordu duvardaki saatin tik tak seslerinden başka. Heyecandan kuruyan boğazını ıslatmak için bir ara kalkıp bir bardak su içmek istedi fakat gelmeyen uykum ya kaçarsa, hiç gelmezse diye düşünüp vaz geçecekken ne olursa olsun değip saatlerdir kendini zorla zincirlediği yatağından kalkıp mutfağa gidip su içtikten sonra yavaş adımlarla odasına geri dönmüştü. Annesi ve babası çoktan uyumuştu bile çünkü odalarının ışığı kapalıydı. Pencereye yönelip dışarıyı seyretmek için perdeyi araladığında, görebildiği bütün evlerin ışıklarının kapalı olduğu gözüne takıldı, herkesler uyumuştu küçük Sabriye’den başka, bunun üzerine kafasını duvardaki saate doğru çevirip saatin sabahın 4 olduğunu görünce bir daha ve bir daha baktı gözlerine inanamayıp. Sabah olmuştu neredeyse ve hiç uyumamıştı. Ne yapacaktı şimdi birazdan sabah olacaktı neredeyse ve ne zaman uyuyup kalkacaktı bir sürü olumsuzluk sardı birden Sabriye’yi, birazda telaş, azıcıkta korku. Onu uyutmayan heyecan gitmiş yerini telaş almıştı ve hemen ışığı kapatıp yatağına yatıp yine bir an önce uyumak için gözlerini kapatmıştı fakat aklındaki tek şey sabahın birazdan olacağıydı ve hiç uyumadığıydı. Nasıl dayanacaktı akşama kadar uykusuzluğa, o daha bir çocuktu, bazen annesinin arkadaşlarından duyduğu olmuştu sabaha kadar uyumadım diyenler fakat o daha bir çocuktu ve buna dayanabilecekmiydi, çünkü daha önce hiç uykusuz kalmamıştı, daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı.
Düşünceler düşünceleri kovalayıp duruyordu durmadan, derken evlerinin yakınında ki camiden sabah ezanının sesi yankılanmaya başlamıştı, evet sabah olmuştu ve daha önce hiç sabah ezanının sesini duymamıştı, bir çok sefer adını duyduğu fakat daha önce hiç dinlemediği sabah ezanı okunuyordu işte. Birazdan dağların ardından gök yüzü aydınlanmaya başlayıp daha sonra güneş doğacaktı ve sabah olmuş olacaktı ama Sabriye ne zaman uyuyacaktı, nasıl uyuyacaktı, ne yapacaktı. Bütün gece gelmeyen uykusu darma dağan olmuştu ve kalkıp güneşin doğuşunu seyretmek için pencerenin önüne bir sandalye çekip perdeyi açmıştı. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı ve karşıdaki kocaman dağın tepesinden güneş birazdan doğacaktı, kollarını pencereye koyup kafasını kollarının üstüne birazdan doğacak olan güneşi beklemeye başlamıştı. Güneş yavaş yavaş dağın zirvesini yakar gibi görünmeye başlamıştı ki Sabriye gözlerini dinlendirmek için birkaç saniyeliğine kapatmış ve bir daha açamamıştı. Güneş doğmuş ve güneşin pencereden içeri giren sıcaklığı bedenini sarmıştı, sanki annesinin kucağında uyuyor gibi rahattı ve sıcaktı sandalye. Öylece kala kalmıştı yorgunluktan pencerenin önünde. Ne güneşin doğuşunu görebilmişti nede yatağında huzurlu bir uyku uyuyabilmişti, öylece kalakalmıştı pencerede, yalnız yapayalnız, yorgun, çaresiz, uykusuz, mutsuz, huzursuz ama rüyalar aleminde düşler perisiyle birlikte en güzel rüyaları görecekti belkide