"Yaratıcılık, beynimi çamaşır makinesine atıp, programı 'düşünmeye son' olarak ayarlamak gibi bir şey." - Kurt Vonnegut"

Said Nursi'nin Meçhul Kabri: Vasiyetten Günümüze Uzanan Gizem

yazı resim

Türk-İslam düşünce tarihinin önemli simalarından Said Nursi'nin kabri, vefatından bu yana süregelen bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. 1960 yılında vefat eden Nursi'nin mezarının yeri, kendi vasiyeti doğrultusunda gizli tutulmuş, ancak bu gizlilik iradesi tarih boyunca çeşitli müdahalelerle kesintiye uğramıştır. Said Nursi, hayatı boyunca sergilediği tevazu ve dünyevi şöhretten uzak duruş anlayışını, vefatından sonrası için de sürdürmek istemiştir. Vasiyetinde açıkça belirttiği üzere, kabrinin "gayet gizli, bir iki talebesinden başka hiç kimsenin bilmediği bir yerde" olmasını arzu etmiştir. Bu isteğin ardında yatan düşünce, kabir ziyaretlerinin bir tür kutsallaştırmaya dönüşmesini engellemek ve insanların kendisine değil, eserlerine ve düşüncelerine odaklanmalarını sağlamaktır. Nursi, kabrinin ziyaret edilmesi yerine uzaktan Fatiha okunmasını özellikle beyan ederek, bu manevi bağın fiziksel mekâna değil, kalbe dayalı olmasını istemiştir.
İlk Defin: Urfa'da Halil İbrahim Dergâhı (23 Mart 1960)
Said Nursi, 23 Mart 1960 tarihinde (Hicri 25 Ramazan 1379) Urfa'da vefat etmiştir. İlk defni, Halil İbrahim Dergâhı'nda gerçekleştirilmiştir. İlginç bir tesadüf olarak, Nursi'nin gömüldüğü yer, 1952 yılında Şeyh Müslim Hafız'ın Mevlid-i Halil Camii avlusunun kuzey tarafına yaptırdığı ve "sahibi yakında gelecek" dediği türbe yeridir. Bu söylemin, sekiz yıl sonra Said Nursi'nin bu mekâna defnedilmesiyle gerçekleşmesi, birçok talebesi için anlamlı bir keramet olarak yorumlanmıştır. Ancak bu ilk defin yeri, Nursi'nin vasiyetiyle tam anlamıyla örtüşmemektedir. Halil İbrahim Dergâhı gibi bilinen ve ziyaret edilen bir mekân, onun arzuladığı gizlilik anlayışına uygun değildir. Fakat vefatının hemen ardından yaşanan siyasi atmosfer ve talebelerin içinde bulunduğu durum, bu tercihi zorunlu kılmıştır.
Birinci Nakil: Isparta Doğancı Mezarlığı (12 Temmuz 1960)
Said Nursi'nin vefatından sadece 3,5 ay sonra, 27 Mayıs 1960 askeri darbesini gerçekleştiren ihtilal yönetimi, 12 Temmuz 1960'ta Nursi'nin kabrini açmış ve zorla alınan bir muvafakatname ile kardeşi Abdülmecid Nursi'nin de hazır bulunduğu bir ortamda, naaşını galvanizli bir tabut içinde Afyon askeri havaalanına uçakla, oradan da Isparta Doğancı mezarlığına arabayla taşımıştır. Bu nakil işlemi, dönemin siyasi atmosferinin bir yansıması olarak, Said Nursi'nin varlığını ve etkisini kontrol altına alma çabasının fiziksel bir tezahürüdür. Kardeşi Abdülmecid'den zorla alınan muvafakatname detayı, bu işlemin hukuki meşruiyet arayışını göstermekle birlikte, aslında bir zorlamanın ürünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu nakil, Said Nursi'nin vasiyetine yapılan ilk ve en büyük müdahaledir. Kabrinin gizli kalmasını isteyen bir insanın, devlet eliyle bilinen bir mezarlığa taşınması, iradi tercihine açık bir müdahaledir.
Meçhuliyet Dönemi ve İlk Keşif: Mustafa Pestil'in Bulgusu (1969)
Isparta Doğancı mezarlığına defnedildikten sonra Said Nursi'nin mezarının yeri yaklaşık 9,5 yıl boyunca meçhul kalmıştır. 1969 yılında, Isparta nur talebelerinden Mustafa Pestil'in yeğeninin çocuğu vefat etmiş ve Doğancı kabristanında mezar kazılırken tesadüfen galvanizli bir tabuta rastlanmıştır. Mustafa Pestil, arkadaşları gittikten sonra yeniden gelip kontrol ettiğinde, tabutun içinde Said Nursi'nin naaşını bozulmamış halde bulmuştur. Yüzünde ilaç izinden kaynaklanan bir leke oluşmuştur. Ayrıca önemli bir hata tespit edilmiştir: Naaş, ayak-baş istikametinde yanlış gömülmüştür. Bu durum, 1960 yılındaki naklin aceleye getirildiğini ve İslami defin usullerine tam riayet edilmediğini göstermektedir. Mustafa Pestil ve birkaç arkadaşı, daha derin bir yer kazarak cenazeyi doğru istikamette yeniden gömmüşlerdir. Bu işlem, Said Nursi'ye karşı duyulan saygıyı göstermek adına sessizce gerçekleştirilmiştir.
İkinci Nakil: Sav Köyü'ne Taşınma (1970'li Yıllar)
Bir süre sonra Said Nursi'nin kabrinin Doğancı mezarlığında olduğu duyulmaya başlamış ve bu durum, vasiyetinin ruhuna aykırı bir şekilde kabrin bilinir hale gelmesine yol açmıştır. Bunun üzerine Risale-i Nur talebelerinden Salim Güntaç, Tâhiri Mutlu, Ali İhsan Tola, Mustafa Gül, Savlı Hafız Bekir Avşar ve bir kişi daha olmak üzere toplam 6 kişi, Said Nursi'nin naaşını Isparta'dan Sav köyüne nakletmişlerdir. Sav köyü tercihi tesadüfi değildir. Burada Dalboyunoğlu camisinde imamlık yapmış ve Sav'a Risaleleri ilk defa tanıtan Hacı Hafız Mehmed Avşar'ın (vefatı 1947) kabrinin yanı seçilmiştir. Hacı Hafız Mehmed Avşar'ın Risale-i Nur hareketindeki rolü düşünüldüğünde, bu tercih manevi bir bağlılığın ifadesi olarak görülebilir. Said Nursi, bu zatın Dalboyunoğlu camiinin dibindeki kabrine gömülmüştür. Bu nakil, bir anlamda vasiyetin ruhuna dönüş çabasıdır. Sav köyü gibi küçük bir yerleşim yerinde, bilinen bir şahsiyetin kabrinin yanı, görece daha gizli ve korunaklı bir mekân sunmaktadır.
İkinci Keşif: Bekir Avşar'ın Vefatı ve Kabrin Yeniden Ortaya Çıkışı (1991)
1991 yılında, Hacı Hafız Mehmed Avşar'ın torunu ve Sav Dalboyunoğlu camisinde imamlık yapmış olan Bekir Avşar vefat etmiştir. Dedesinin yanına gömülürken, iki kabir arasındaki bölme yıkılınca Said Nursi'nin kabri tekrar ortaya çıkmıştır. Bu keşif, bir kez daha Said Nursi'nin mezarının yerinin bilinir olması tehlikesini doğurmuştur. Vasiyetinin gereğini yerine getirmek isteyen talebeler için bu durum, yeni bir nakil kararını zorunlu kılmıştır.
Son Nakil: Barla Çam Dağı'na Defin (1991 Sonrası)
Bekir Avşar'ın vefatıyla Said Nursi'nin kabri yeniden ortaya çıkınca, yakın talebelerinden Bayram Yüksel'in nezaretinde naaş bulunduğu yerden Isparta Barla Köyü'ne, Çam Dağı'na götürülüp defnedilmiştir. Barla, Said Nursi'nin hayatında özel bir yere sahiptir. Risale-i Nur'un önemli bir bölümünü burada kaleme almıştır. Dolayısıyla kabrinin nihai olarak buraya taşınması, hem coğrafi hem de manevi açıdan anlamlıdır. Çam Dağı'nın yüksek bir tepesinde yer alan bu kabir, vasiyetin ruhuna en yakın uygulamadır. Mezarının bulunduğu yerde, eski bir ağaç parçasında yalnızca "kimsesiz" yazılıdır. Bu basit işaret, Said Nursi'nin dünyevi şöhretten, gösterişten ve özel bir kabir yapısından uzak durma anlayışının somut ifadesidir.

"Kimsesiz" kelimesi, burada çok katmanlı bir anlam taşımaktadır. Bir yandan fiziksel kimlik bilgilerinin olmayışını, diğer yandan da dünyevi bağlardan, şöhretten ve tanınmışlıktan arınmış bir vaziyeti sembolize etmektedir. Said Nursi, ölümünden sonra da "kimse" olmak istememiş, yalnızca Allah katında bir kul olarak hatırlanmayı arzulamıştır.
Vasiyete Sadakat ve Tarihsel İmtihan
Said Nursi'nin kabrinin 65 yıllık serüveni, bir vasiyete sadakat mücadelesi olarak okunabilir. Vefatından sonra yaşanan dört farklı defin ve üç nakil işlemi, her biri farklı dinamiklerin ürünü olarak gerçekleşmiştir:

  1. İlk defin (Urfa): Talebelerin içinde bulunduğu şartlar ve ani vefat
  2. Birinci nakil (Doğancı): Siyasi iktidarın müdahalesi ve kontrol çabası
  3. İkinci nakil (Sav): Vasiyete dönüş ve gizlilik arayışı
  4. Son nakil (Barla): Tesadüfi keşif sonrası nihai gizlilik tedbiri
    Her nakil, vasiyetin ruhuna daha fazla yaklaşma çabası olarak yorumlanabilir. Özellikle son defin yeri olan Barla Çam Dağı'nın seçimi ve mezarın işaretsiz denecek kadar sade tutulması, Said Nursi'nin asıl isteğinin ancak 30 yıl sonra tam anlamıyla gerçekleşebildiğini göstermektedir.
    Talebelerin Vicdani Sorumluluğu
    Said Nursi'nin vasiyetinin yerine getirilmesi, talebelerine büyük bir vicdani sorumluluk yüklemiştir. Her nakil işleminde rol alan şahıslar, bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmişler, gizliliği korumak için ellerinden geleni yapmışlardır. Mustafa Pestil'in sessizce düzeltme yapması, altı talebenin gece karanlığında nakil gerçekleştirmesi, Bayram Yüksel'in nezaretinde son nakil işlemi, hepsi bu manevi emanete sahip çıkma iradesinin ürünleridir. Bu bağlamda, Said Nursi'nin mezarının yerinin yalnızca "az sayıda talebesince bilinmesi" talimatı, bir sır saklama yükümlülüğünden öte, vasiyete hürmeti simgeleyen bir emanet bilinci olarak anlaşılmalıdır.
    Günümüzde Durum ve Tartışmalar
    Bugün Barla Çam Dağı'nın yüksek bir tepesindeki mezarın yeri, vasiyete uygun olarak sınırlı sayıda kişi tarafından bilinmektedir. Eski bir ağaç parçasındaki "kimsesiz" yazısı, Said Nursi'nin dünyadan nasıl ayrılmak istediğinin sembolik ifadesidir. Ancak modern dönemde sosyal medya, internet ve iletişim teknolojilerinin yaygınlığı, bu tür gizlilikleri korumayı zorlaştırmaktadır. Said Nursi'nin kabrinin kesin yerinin paylaşılmaması yönünde Risale-i Nur camiasında genel bir hassasiyet olsa da, zaman zaman bu bilginin sızdığı veya merak konusu edildiği görülmektedir. Bu noktada şu soru önem kazanmaktadır: Vasiyete sadakat mi, yoksa tarihsel gerçekliğin belgelenmesi mi önceliklidir? Said Nursi'nin talebeleri, üstadlarının isteğine hürmet ederek gizliliği sürdürme taraftarıdır. Ancak akademik ve tarihsel araştırmacılar için bu tür bilgiler, bir düşünürün hayatının son halkasını tamamlamak adına önem taşımaktadır. Said Nursi'nin kabri, 1960'tan bu yana dört farklı yerde bulunmuş, beş kez nefyedilmiş, dört kez defnedilmiş ve nihayetinde Barla Çam Dağı'nda son durağına varmıştır. Bu uzun yolculuk, bir vasiyete saygının, siyasi müdahalelerin, tesadüflerin ve vicdani sorumluluğun iç içe geçtiği karmaşık bir serüven olmuştur. Urfa'daki Halil İbrahim Dergâhı'ndan, Isparta Doğancı mezarlığına, oradan Sav köyüne ve en sonunda Barla Çam Dağı'na uzanan bu güzergâh, yalnızca fiziksel bir nakil hikâyesi değil, aynı zamanda bir düşünce adamının ölüm sonrası iradesinin korunma mücadelesidir. Bugün, Çam Dağı'nın sessizliğinde, eski bir ağaç parçasındaki "kimsesiz" yazısının koruyuculuğunda yatan Said Nursi, belki de vasiyetinin gerçek anlamda yerine geldiği ilk dönemini yaşamaktadır. Onun mezarının gizli kalması, fiziksel varlığına değil, fikirlerine, eserlerine ve manevi mirasına odaklanılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Said Nursi'nin kabri meçhul kalmalı mı, yoksa tarihsel bir veri olarak kayıtlara geçmeli mi? Bu soru, belki de tam da Said Nursi'nin istediği şekilde, her ferdin vicdanına bırakılmış bir imtihandır. Ancak şu kesindir ki, bir düşünürün asıl kabri, yazdıkları ve bıraktığı eserlerdir. Said Nursi, Risale-i Nur'la öyle bir manevi yapı inşa etmiştir ki, fiziksel kabrinin yeri bilinsin ya da bilinmesin, onun düşünceleri nesiller boyunca yaşamaya devam edecektir. Sonuç olarak, Said Nursi'nin kabrinin 65 yıllık serüveni, bir vasiyetin ne kadar kutsal olduğunu, ölüm sonrası iradenin korunmasının ne denli zorlu bir süreç olduğunu ve bir düşünürün dünyevi övgüden ne kadar uzak durmak istediğini gösteren eşsiz bir örnektir. Barla Çam Dağı'ndaki o yüksek tepe, belki de Said Nursi'nin huzurla dinlendiği, vasiyetinin nihayet yerine geldiği mekândır.

KİTAP İZLERİ

Küçük İşler Büyük Özgürlükler

Mert Başaran

Finansal Özgürlük Arayanlara Bir Dost Tavsiyesi Mert Başaran'ın "Küçük İşler Büyük Özgürlükler" adlı eseri, kişisel finansı karmaşık tablolardan ve anlaşılmaz jargonlardan arındırarak hayatın içinden bir
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön