Çocukluk yıllarımda yazları anneanne ve dedemin yanına giderdik.Diğer teyzelerim ve çocukları da gelince siz seyreyleyin cümbüşü.Rahmetlik dedem sabah ezanı ile uyanır ve hemen dış kapıyı açardı.O kapı, gece uyuyana kadar açık kalırdı.Öğle ve akşam yemekleri kalabalık ve curcuna ile neşe içinde yenir,bahçe kapısından ses duyulsa dedeciğim fırlar,kim gelirse gelsin kolundan çekip zorla sofraya oturtmaya çalışırdı.Komşunun çocuğu veya sütçü çocuk kendilerini zor kurtarırdı.Eğer yemeğe oturtabilmişse dedemden mutlusu yoktu.Şimdi düşünüyorumda bizler aile üyeleri olarak en az yirmi kişi olurduk,buna rağmen ne dedem ne anneannem bu yemek ancak bizim kalabalığa yeter demez kapıya kim gelse canı gönülden sofraya davet ederdi.
Oturdukları tek katlı evin koca bir bahçesi ve bahçe içinde mis gibi kokan kırmızı,pembe güller vardı.Sabahın ilk ışıkları ile güller toplanır önce küçük demetler yapılıp biz çocukların ellerine tutuşturulurdu.Bizler mahalleye dağılıp söylenen evlere birer birer gül demetlerini dağıtır dönerdik.Dağıtma işi bitince kalan güllerden gül şurubu ve reçeli yapma işi başlardı.Aynı şekilde bastık(pestil) yapılacağı zamanda bahçede ocaklar kurulur,ezilen üzümler koca kazanlarda kaynatılır,kaynamış üzüm şıraları büyük taslarla yine tüm mahalleye eksiksiz dağıtılırdı.Kışlık bulgurlarımızda burada kazanlarda kaynatılır,kurutmak üzere serilmeden öncede tüm komşulara birer tabak mutlaka gönderilirdi.
O zamanlar çarşı ekmeğine fazla rağbet edilmezdi.Mümkün mertebe evlerdeki ocaklarda yapılırdı.Anneannemlerde, ekmek yapılmasıda bir merasimdi.Bahçedeki ocak üzerinde pişen ekmeğin kokusu yayılmaya başlayınca yakın komşular birer ikişer yardım etmek için gelir,hem ekmek pişirilir hemde hazırlanan içlerden börek yapılıp komşulara ikram edilirdi.Dedem emekli bir devlet memuru idi.Maddi durumu çok da iyi değildi ama anneannem de dedem de sofralarını paylaştıkça mutlu olur,kapılarına gelen kimseyi yemeksiz göndermezlerdi.Her ikisini de kaybedeli yıllar olurdu,oturdukları o ev satıldı.Memlekete gittiğimde bazen geçerim evlerinin önünden ama çocukluğumda her daim açık olan o kapı ne yazık ki hep kapalı olur.
Şimdi düşünüyorumda yapılan yavan bir yemek bile büyük bir iştah ve mutluluk ile yenirdi çünkü paylaşılırdı.Yetti yetmedi,doyduk doymadık endişesi taşınmazdı,misafir kısmeti ile gelir,merak etmeyin bu yemekle daha kaç kişi doyar derdi rahmetlik anneannem.O günleri,mutluluğu,paylaşmayı,iyi niyeti özelliklede onları çok özlüyorum.
Bugün o ilişkileri yaşamak mümkün değil, herkes geçim telaşına düşmüş,herkesin gözünü para hırsı bürümüş,kimsenin kimseyi görecek durumu kalmamış.İyi niyetler kötü emelli insanlar tarafından suistimal edilmiş.Komşular birbiri ile karşılaşmamak için neredeyse yollarını değiştirir hale gelmişler.Maddi durumu ve kariyeri olanlar rağbet görür olmuş.Düşünün ki evde olan komşunuz sırf rahatı bozulur diye evde yokmuş moduna girip çalan kapı ziline bakmıyor.Yalnız yaşayan ve aniden vefat eden komşunun vefatı ancak cesedi etrafa koku yaymaya başlayınca fark ediliyor.
İşte size iki örnek birinde her şeylerini paylaşan,birbirlerinin dertlerine,sıkıntılarına ortak olan komşular diğerinde ise birbirlerinden haberi dahi olmayan kendi kabuğuna çekilip kendi dünyasında yaşayan insanlar.Bizleri toplum olarak böylesine yabanileştiren,böylesine hırçınlaştıran,böylesine yozlaştırarak birbirimizden koparan bu saçma sebepler bizi çevremizden koparmakla kalmayıp insani duygularımızı,benliğimizi ve bizi biz yapan yani insan olmamızı sağlayan tüm değerlerimizide alıp götürerek yok etmiştir bilmem farkındamısınız?
Sakın Komşum Görmesin
özlediğim ama kendi çocuklarıma yaşatamadığım,hatırladıkça muzip bir gülümseme ve iki damla göz yaşı ile yadettiğim çocukluk yıllarım...