Kelimeleri her zaman sese çevirmeye yetemiyor insan, bu tıpkı güneş tutulmalarında bakamamak gibi gökyüzüne ya da kapı arkası ağlayışları masa üstü gülüşlerle kandırmak gibi. Birbirini kandırdığının sanrısına kapılan yürek gözümde oltaya aldanmış minik bir balık gibi çaresizdir ki çaresizliğin bile ne anlama geldiğini bilmez büyük olasılıkla.
Sevgi ile harmanlanıp geldiğimiz bu dünya da yaşadığımız buruk çaylara benzetlenmiş, baharatlı ve bol acılı zamanları düşün… Düşün ki varlığımızın sebebi olan sevgi kavramı aslolan yerini bulsun.
Ve bil ki…
Acımadan büyümek olanaksız ama acılaşmadan bir süreç yaşamak elimizde.
Öğrenilmiş çaresizlikleri var insanın… Bu, suyun berrak ve akışkan olması kadar gerçek değil mi dost. Bastığın yer, baktığın gök gerçekliğinde kaç tane tuttuğun el olabilir.
İnandığın yürekler içinde inanılmaya değer kaç yüreğe dokundun şimdiye dek. Gün gelip dost bildiklerin birer birer çıkıp gittiklerinde hayatından bir tek kendin kalacaksın kendinde. Her yeni gelen sana mı benzeyecek sanıyorsun. Gidenler zaten sana benzemedikleri için gitmediler mi dost.
Bu güne değin bana öğretilenler ve hala öğrenmekte olduğum koşulsuz sevmekti. Anne, baba, kardeş sevgisi gibidir koşulsuz sevmek. Yani hesapsız ve pazarlıksızdır.
Toprağından ayırdığın bir çiçeğin kırılganlığını bildiğin gün ilk defa gördüğün an olacak yüzündeki çizgileri. Ve bil ki hayatı algıladığın biçimde yaşlanacaksın, bunu çizgilerinin yerlerine bakarak görebilmen mümkün. Çünkü deneyimli olmak yaşadığın olaylardan pay çıkarmaktır Ve yaşamın kuralı yaşamışlıklarımızın yüzümüzde yerleşen izleridir be gülüm.
Sen hiç gerçekten baktın mı yüzüme… Bakmadın… Bakmış olsaydın eğer öyle çok şey görebilirdin ki… Ama insanların baktıkları yüzde ve dokundukları yürekte hep görmek istediklerini gördüklerini bilmemek mümkün değil. Çünkü her insan da yoktur empati yeteneği… Duygudaş olmak yani… Bu da bir yetenek midir bilmiyorum… Ama bildiğim annenin yüzünde okuduklarım, babanın bakışlarındaki yıpranmışlığın gözümün önünden gitmediği, kardeşlerinin yaşamın içine hangi pencereden baktıkları… ve kendilerini nerede bulacakları kaygısı.
Şimdi sen yüzümde babamı kaybettiğim zamanları yaşaya bilir misin?
Annemin kaç defa ölümden döndüğünü gözlerimden okuya bilir misin?
Boynunu alçak bir merminin sıyırdığı kardeşimin, yüzümdeki izini görebilir misin?
Yüreğini bedenine yamayıp ayaklarına serdin mi bir adamın
Yahut sen yalnızken onun yalnız olmadığını bildin mi hiç ki bu çok berbat bir şeydir
Bir çocuk sevincini yaşarken aynı zamanda onu taşımanın ağırlığını ve dünyaya getirmenin sancısını bildin mi ve sonrasında senin sana bırakılmadığını…
Çaresizliklerimizi olta da değil de denizde minik bir balık gibi düşünüp nasıl umutla yaşama sarıldığımızın haritasını çıkara bilir misin yüzümden dost…
O görmüş geçirmişliğin içine koymak kendini. Hayatın kendisi buysa eğer bir insan hayatı nasıl hak eder.
Hayat bizi ne kadar hak eder dost.
Çocuksun daha…
Günü gelip hayatın içinde insana öz acıları yaşadığında bugün anlam veremediğin ağlamalarımın üzerine koyduğun gülüşlerini geri çekeceksin.
Ağlamak zordur ama Gözyaşlarının aslında ne çok şeye dil olduğunu bildiğinde öğreneceksin.
Bir de sarılmayı…
Gözle ve yürekle… İnsanı has eden nitelikle.
Büyüyeceksin yani.