Sanatın İfade Gücü

Bir sanat dalını önemli –ve giderek- saygın kılan, herşeyden önce onun ifade gücü ve bu anlamdaki yeterliliğidir...

yazı resimYZ

Yeni yüzyılda kimi sanat dalları veya bir zamanlar sanattan sayılmayan kimi uğraşılar, “sanatsal saygınlık” bakımından hak ettiği yeri henüz alamamış olanlar kısa zamanda rüştlerini ispat edip bu yeri alacaklar: grafik, animasyon ve fotoğrafçılık sanatları gibi. Kimi de hak ettiği yeri çoktan elde etmiş olduğu halde, bu yeri daha da pekiştirip sağlamlaştıracak: sinema gibi.

Kimi sanat dalları da iletişim biçim ve olanakları ile sosyo-kültürel ilişkilerdeki değişim nedeniyle yitirmeye başladıkları önemi geri kazanma becerisini gösteremeyip saygınlıklarını yitirecekler: sahne sanatları ve resim gibi.

Bir sanat dalını önemli –ve giderek- saygın kılan, herşeyden önce onun ifade gücü ve bu anlamdaki yeterliliğidir. Kendini yenileyebilme ve zayıflayan ifade gücünü değişen toplumsal koşullara göre yeniden kazanıp kendisini konumlandırabilme becerisini gösteremeyenler ölür: gölge oyunları, kukla ve tulûat tiyatroları gibi.

Farklı bir bakış açısıyla bu durumu şöyle yorumlayabiliriz: İfade gücünü ve önemini giderek yitiren sanat dalları tahliye olurken, -belki kendi bünyelerinden doğmuş olan- giderek önem ve saygınlık kazanan dallar içinde (belki bazan kimliklerini kaybetmek pahasına da olsa) yaşamlarını sürdürmeleri mümkün olmuyor: Tiyatro akımının ortaya çıkmasıyla ortaoyunu sanatçılarının bu dala kayarak yaşamlarını sürdürmeleri; karagözün çizgi-animasyon halinde yeniden üretilmeleri; ressamların, basın-yayın olanakları ve internet sayesinde iletişim becerisi güçlü olan grafik ve animasyon sanatları içinde yer bulmaları, tiyatro oyuncularının televizyon ve sinema filmlerinde giderek daha sık rol almaya başlamaları gibi.

Elbette bu durumda o dalın nüvesinden uzaklaştığı, özünü yitirdiği ve sanatçısının o sanatı değil de artık bir başka sanat dalını gerçekleştirdiği iddiasıyla yine de o sanat dalının “öldüğü” sonucuna varılabilir.

Bir sanat dalının ölümü kesinlikle küçümsenecek bir durum sayılamaz. Zira ölen yalnızca bir ifade tarzı, gücü ve yeterliliği değil, o sanatın varolduğu dönemleri yansıttığı ve bizzat kendi yarattığı kültürdür. Bundan henüz birkaç yüzyıl öncesinin gündelik-toplumsal yaşamının, kültür dünyasının-gündeminin, verilerine muhtacız. Bunları bize verebilecek olan resmi yazılı kaynaklar değil, ortaoyunu, karagöz, meddahlıktır. Bugün bunların hiç olmazsa simgesel olarak yeniden kurgulanabilmiş olanlarına, sözlü ve görsel öğelerin kayıt altına alınmasına ihtiyacımız vardı. Tezhip ve çini sanatlarının güzide ürünlerinin pekçoğuna bugün sahibiz. Ancak kimi yönleriyle meslek sırlarına (çinicilikte olduğu gibi) ve sanatçılarıyla ilgili bilgileri edinmeye ihtiyacımız vardı. Bunların birçoğu için artık çok geç.

Cumhuriyet döneminde yapılan çalışmaların da önemli katkısıyla hat sanatı da, uzun yüzyıllardır, varlığını sürdürüyor.

“Kur’an Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” ünlü sözünü hat sanatı yüzyıllarca doğruladı. Ancak uzmanlar, bu sanat dalında gerek nitelik, gerekse nicelik yönünden Osmanlı dönemine göre daha “ileride” olduğumuzu belirtiyorlar.

Bu durum, “sanatta işlevselliğe” yeni bir açılım getiriyor. Öyle ki, bu durum amaçlarından en uzak olduğu bir dönemde sanat dalı, nasıl en ileri düzeyde uygulanırlığa sahip oluyor, sorusunu sorduruyor. Buradan yola çıkarak diyoruz ki, sanat eseri “bir işe yarayabilir”, ticarileşip metalaşabilir, bir “işleve” sahip olabilir. Ancak biz onun gerek ve yeter niteliklerini, bunları ölçüt alarak değerlendirmeyiz ve şu sonuca varırız: esas olan ifade gücü ve yeterliliktir.

“Bir zanaatin giderek sanata dönüşümü” olarak da dikkatimizi çekmesi gereken hat sanatının işlevselliğini yitirdikten sonra da varlığını (üstelik gelişerek) sürdürmesini nedenini bu ifade gücünde aramak gerekir.

Yorumlar

Başa Dön