papata göbeği gibi sarıydı saçları,
salkım söğüt nasıl sarkıtırsa aşağıya dallarını
öyle bırakmıştı saçlarını balkonundan,
bir sonbahar denizine benziyordu,
köpükleri dalga dalga geliyordu,
öyle bir vuruyorduki sahile,
sonra dönüyordu geldiği yoldan
o denizaltı vadisine.
kimin ruhu sığmışki odalara, salonlara,
kim bilir ne ile avutacak şimdi kendini orada,
ya mikserine bir muz koyup sütle karıştıracak,
rejimini bilmem kaçıncı kez bozarak
kapitone örtülü yatağının üzerine uzanacaktı
ya da salona geçip setinin düğmesine basacak,
gelişi güzel bir radyoyu açarak hiç istemeden,
ruhunu aynı duygularla kendi hâline bırakacaktı.
belki de az önce evinin önünden ağır adımlarla
geçerken uzun uzun bakan adamı düşleyerek,
kırlaşmış saçlarını çoğaltıp tek tek hâyalinde,
boyu bosu da benim gibiydi, uzundu oldukça,
tam bana göreydi, bana uygundu mu diyecekti?
o beyaz küheylan gibi arabasına binmiş giderken
atsaydı ya beni arkasına diye inleyecekti belki de,
canlandırarak gözlerinde o kır saçlı adamı,
belki de uyuya kalacaktı yatağının üstünde.